Müslümanların dinî metinlerinde hikmetin her çeşidinin övülmesi ve hikmeti nerede bulunursa alması gerektiği şeklinde buyruklar bulunmaktadır. Bu nedenle İslam düşünce hareketi erken dönemden başlayarak kendinden önceki kadim medeniyetlerin ortaya koyduğu entelektüel birikimden haberdar olmuştur. Bunun yanında ona nüfuz ederek faydalanmak için büyük bir gayret ortaya koymuştur. Bu sebeple Müslüman filozofların ve kelâmcıların görüşlerin gelişiminde kendilerinden önceki filozofların görüşlerinin izlerini görmek garipsenecek bir durum değildir. Çünkü onlar söyleyene değil söylenenin niteliğine önem vermekteydiler. Hiç şüphesiz İslam felsefesi filozoflarının varlık problemini ele alış tarzında Parmenides’le başlayan ve Aristo’le sistemleşen tarihi gelişimin etkileri bulunmaktadır. Aristo felsefesinin derinden etkilenen Müslüman filozof İbn Sînâ’dan itibaren İslam düşünce geleneğinde varlık idrakinin daha esas olduğu Tanrı’nın da varlık idraki üzerinden vücûbiyetinin tespit edildiği söylenebilir. Tanrı ile diğer varlıkların ilişkisi ve bunlar arasındaki ayırımın imkân üzerinden belirlendiği, birlik ve çokluğun da bunlara bağlı olarak ortaya konulduğu görülmektedir. Hem filozofların hem de Müteahhirûn kelâmcıların ‘‘bir ve çok’’ mefhumlarını tartışma konusu yapmalarının temel sebebi bu iki kavramın varlık-oluş, mahiyet-varlık, sudûr teorisi, tümel-tikel, zorunlu-mümkün, mutlak-göreli, illiyet meselesi ve Tanrı-âlem ilişkisi gibi konularla alakalı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla insanlık eşyayı anlamaya çalıştığı günden beri birlik ve çokluk meselesini de anlamaya çalışmıştır. Filozoflar ile kelâmcılar birlik ve çokluk kavramlarının tahlili üzerinden âlemin var edicisine ulaştıklarından bu çalışmamızdaki hedefimiz müteahhirûn dönem kelâmcılarından olan Teftâzânî’nin bir, birlik ve çokluk kavramlarına yüklediği anlamı tarihi bağlamı ile birlikte yakalamaya çalışmaktır. Teftâzânî, Allah-âlem ilişkisini ortaya koyarken bir ve çok kavramlarının nasıl tanımlanması gerektiği ve çokluktan birliğe nasıl ulaşılacağı meselesi üzerinde durmaktadır. Birlik ve çokluk meselesi salt sayısal bir mesele olarak görülmemiştir. Teftâzânî Allah için “bir” ifadesini kullanırken O’nun bölünmeyi kabul etmeyen bir birliğe sahip olduğunu savunmuştur. Aynı zamanda o, “bir”le benzerinin ve cüzünün bulunmadığını savunduğu görülmektedir. Birlik tam ve mükemmel olmayı ifade ederken; çokluk ise eksiklik ve muhtaçlığı akla getirmektedir. Teftâzânî’nin eserlerinde ortaya koyduğu eşya/varlıklardaki izafî birliğin bir başkasından geldiği ve ilişen olduğu bunun bir müessirinin olması gerektiği hususları konumuzun odak noktasını oluşturmaktadır. Teftâzânî’ye göre her varlık birlik sahibi olsa da birlik, mâhiyet ve varlıkla özdeş değildir. Çünkü kişinin bir araştırma neticesinde âlemin yaratıcısının Allah olduğu hükmüne varıp ancak birliği hakkında başka araştırma ve delillere ihtiyaç duyması mümkündür. Allah’ın varlığı için getirilen deliller ile birliği için getirilen deliller farklı olabilir. Teftâzânî, Allah’ın “bir” olmasının, Vacibü'l-vücûd olması, varlığın ilkesi olması demektir. Yani her varlığın varlık sebebi olması, bütün varlıkların var olmasının takdirinin sahibi, varlığı zorunlu ve kendinden olması anlamına geldiğini belirtir. O, İlk Bir’dir Vacibü'l-vücûd’un bir oluşu, bölünme ve cüzlere sahip olmayı kabul etmemesi demektir. O’nun bir bütünlük olması ve hiçbir şekilde eşi ve benzeri olmaması anlamında tek olmasıdır.
In the religious texts of Muslims, some commands praise all forms of wisdom and emphasize the necessity of acquiring wisdom wherever it is found. For this reason, from the early periods, the Islamic intellectual movement made great efforts to become acquainted with and benefit from the intellectual heritage of ancient civilizations that preceded it. Consequently, it is not surprising to observe the influence of the ideas of earlier philosophers on the thoughts of Muslim philosophers and theologians. This is because they valued the quality of what was being said rather than who was saying it. Undoubtedly, the Islamic philosophical tradition’s approach to the problem of existence reflects the historical development that began with Parmenides and became systematized with Aristotle. It can be said that starting with the Muslim philosopher Avicenna (Ibn Sina), who was deeply influenced by Aristotelian philosophy, the understanding of existence became more fundamental in the Islamic intellectual tradition, with God’s necessity being determined through the understanding of existence. The relationship between God and other beings, as well as the distinction between them, is defined through the concept of contingency, and unity and multiplicity are examined accordingly. The primary reason both philosophers and later theologians (Muta’akhkhirun) debated the concepts of “unity” and “multiplicity” is their relevance to topics such as existence-becoming, essence-existence, emanation theory, universal-particular, necessary-possible, absolute-relative, causality, and the relationship between God and the universe. Thus, since humanity has sought to understand existence, it has also sought to understand the issue of unity and multiplicity. By analyzing these concepts, philosophers and theologians have arrived at the Creator of the universe. Therefore, this study aims to explore the meanings attributed by Teftazani, a prominent theologian of the Muta’akhkhirun period, to the concepts of unity and multiplicity within their historical context. Teftazani focuses on how the concepts of “one” and “many” should be defined and how unity can be derived from multiplicity when discussing the relationship between God and the universe. The issue of unity and multiplicity was not considered merely a numerical problem. When Teftazani uses the term “one” for God, he emphasizes that God possesses an indivisible unity, without any counterpart or component. While unity implies completeness and perfection, multiplicity suggests deficiency and neediness. In Teftazani’s works, it is seen that the relative unity observed in objects and beings derives from something external and contingent and must have a cause, which constitutes the focal point of this discussion. According to Teftazani, although every being possesses unity, unity is not identical to essence or existence. This is because one can conclude, through inquiry, that the Creator of the universe is God but still requires further evidence and research to comprehend His unity. The proofs for God’s existence and the proofs for His unity may differ. Teftazani states that God’s “oneness” signifies His being the Necessary Being (Wajib al-Wujud), the principle of existence, the cause of the existence of all beings, the owner of the determination of all existence, and the necessary and self-sufficient being. He is the First One. The oneness of the Necessary Being (Wajib al-Wujud) implies an indivisible wholeness that does not admit division or parts and affirms His uniqueness without any counterpart or equal.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Kalam |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Early Pub Date | December 29, 2024 |
Publication Date | December 31, 2024 |
Submission Date | August 21, 2024 |
Acceptance Date | December 16, 2024 |
Published in Issue | Year 2024 Volume: 7 Issue: 2 |
Contact: dinbil@alparslan.edu.tr
Religion and Science-Muş Alparslan University Faculty of Islamic Sciences Journal is licensed under Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).