Abdüllatif Harpûtî, 19. yüzyılda Türkiye’yi temsil eden ve kelâm ilminde yenilikte ilk somut adımı atan yeni ilm-i kelamcıdır. O, İslâm’ı naklî ve aklî delillerle savunmayı hedeflemiştir. Böylece kelâmda metot bakımından yenilenmeyi öngörmüştür. Harpûtî, İslâm itikadına zarar verecek hususları hikmet vasıtasıyla bertaraf etmek istemiştir. Onun Kâdî Beyzâvî’den naklettiği hikmet tanımında bu amaçlar açıkça görülmektedir. O, hikmeti şek ve şüpheyi izâle etmek amacıyla kesin ilim ifade eden burhanlar ve ikna edici hatâbi ve zannî deliller anlamında yorumlamıştır. Harpûtî, kelâmda kullanılan burhan ve delilleri hikmet olarak değerlendirmiştir. O, hikmete o kadar önem vermiştir ki İslâm’ın hikmet üzerine bina edildiğini iddia etmiştir. Hikmete yüklediği fonksiyonla Kur’an’ı ve Sünneti şerh etmeyi, dinin sırlarına ulaşmayı amaçlamıştır. Hikmet vasıtasıyla dinin tüm halk kitlelerine nüfuz edebileceğine inanmıştır. Ona göre böylece hem avam hem de havas özelliğine sahip olan insanlar dinden nasiplenecektir. Hikmeti bir metot olarak ele alan Harpûtî, hikmetin kuşatıcı, işlevsel ve irşada yönelik özelliğini vurgulamıştır. Harpûtî’nin hikmet tanımının kelâm ilminin gâyesini destekler mahiyette olması kelâm ilmi ile hikmet arasındaki münasebetin açık bir tezâhürüdür. Aynı zamanda hikmetin şüpheyi izale eden kesin ilim özelliği, delil ve burhanlarla ikna edici hitaplar barındırması kelâmın da gâyeleri arasında yer almaktadır. Hikmeti mantık kuralları çerçevesinde değerlendiren Harpûtî, hikmet vasıtasıyla akıl ve bilim arasında ilişki kurmuştur. Bunun somut örneğine Tenkîhu’l-Kelâm eserinde yer alan “İlm-i Hey’et ile Kütüb-i Mukaddese Arasında Zahirî Hilafın Tevcih ve Tevfîki Hakkında” risâlesinde rastlanmaktadır. Bu risâlesinde vahiy ve bilim arasında münasebet kurmuş, heyet ve hikmet ilmi üzerinde önemle durmuş, geçmişe dönük birtakım astronomi teorilerinden bahsetmiş ve bunları âyetlerle destekleyerek, İslâm’ın bilim ile akla karşı olmadığını ispatlamaya çalışmıştır. Harpûtî, her fırsatta tabiat ilimlerine ve bilimsel gerçeklere yer vermiş, Allah’ın kudretini ve hikmetini vurgulamıştır. O, Kur’an’dan birtakım âyetleri bilimsel verilerle ilişkilendirmiştir. Böylece dindeki hikmetlere dikkat çekmek istemiştir. O, bilime hizmet eden tüm insanlığı İslâm’a hizmet portalında düşünmüştür. Bu ister kâfir ister müslüman eliyle olsun. Ona göre İslâm’a hizmet, hikmettir. Hem de bu asırlar boyu devam edecek bir hikmettir.
ʿAbd al-Latīf al-Kharpūṭī is a modern theologian based in Turkiye in the 19th century and took the first concrete step to introduce new ilm al-kalām. He aimed at defending Islam using both rational (‘aql) and narrative (nass) evidence, thereby envisioning a methodological renewal in kalām. Using wisdom, al-Kharpūṭī wanted to eliminate the issues that would harm the Islamic faith through wisdom. Such objectives are evident in the definition of wisdom, he quoted from Qādī Bayzāwī. He interpreted wisdom in the sense of demonstrations (burhan) that express certain knowledge and rhetorical (khitabī) and falsifiable (zannī) proofs in order to eliminate doubt and uncertainty. Al-Kharpūṭī considered the demonstrations and evidences used in kalām as wisdom. He attached so much importance to wisdom, and he claimed that Islam was built on wisdom. With the meaning he attributed to wisdom, he aimed to interpret the Qurʾān and Sunnah and to uncover the secrets of religion. He believed that through wisdom, religion could reach great masses of people. In this way, both the common (hawas) and elite (ʿavām) people would benefit from religion. He used wisdom as a method and emphasized its encompassing, functional and enlightening characteristics. The fact that al-Kharpūṭī’s definition of wisdom supports the purpose of the science of kalām is a clear manifestation of the relationship between the science of kalām and wisdom. At the same time, wisdom’s characteristic of precise knowledge that eliminates doubt and its persuasive appeals with evidence and demonstrations are also among the goals of kalām. Evaluating wisdom based on the rules of logic, al-Kharpūṭī established a relationship between reason and science through wisdom. A concrete example of this can be found in his treatise “On the Tawjīh and Tawfīq of the Apparent (Zahirī) Dispute Between ‘Ilm al-Hay’at and Qurʾāb al-Muqaddasa” and in his work Tanqīh al-Kalām. In this treatise, he established a relationship between revelation and science, emphasized the science of hayat and wisdom,, mentioned some earlier astronomical theories, and tried to prove that Islam was not opposed to science and reason by supporting them with verses. Al-Kharpūṭī often referred to natural sciences and scientific facts and emphasized the power and wisdom of Allah. He associated various verses from the Qurʾān with scientific informations, thereby drawing attention to the wisdom in religion. Al-Kharpūṭī considered all humanity in the service of science as a portal of service to Islam, regardless of whether it is through the hands of a disbeliever or a Muslim. For him, service to Islam is wisdom, and it is this wisdom that will continue for centuries.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Kalam |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | June 30, 2024 |
Submission Date | December 31, 2023 |
Acceptance Date | June 14, 2024 |
Published in Issue | Year 2024 Issue: 53 |