Mevcut makalemizde, Rousseau'yu bir dil filozofu olarak incelemeye çalıştık. Bu çerçevede, öncelikle Rousseau'nun tabiat halinde yaşayan ilkel insandan itibaren dilin oluşumuna ve gelişimine dair açıklamasını ele aldık. Rousseau'ya göre, tabiat halinde yaşayan ilkel insanların sözler vasıtasıyla birbirlerini ikna etmeye ihtiyacı yoktur. Tabiat halinde yaşayan insan, ihtiyaçlarını jestlerle, teessürlerini ise çığlıklarla dışa vurmuş olsa gerekir. Eklemli/artiküle seslerden meydana gelen diller ise, insanların tabiat halinden cemiyet haline geçişiyle tarih sahnesine çıkmıştır. Rousseau'ya göre, insanoğlunun fikren zenginleşmesi ve cemiyet kurması neticesinde, ilk zamanlarda kullanılan iletişim tarzının yerini eklemli seslerden müteşekkil kelimeler ve sözlü dil almıştır. Rousseau'dan hemen önceki filozoflar kuşağının mensuplarının dil anlayışları çoğunlukla, insan müdrikesi ve idealar meselesi bağlamında şekillenmiş anlayışlardır. Buna karşılık Rousseau otantik haliyle dilin ilk işlevinin, düşüncelerin, ideaların iletilmesi değil, teessürlerin veya heyecanların dışa vurulması olduğunu savunur. Bu bakımdan da Rousseau, aklı merkeze alan dil anlayışı geleneğinin "kırılma noktası"dır. Fakat, Rousseau'nun asıl amacı, ideaların yerine heyecanları ikame etmek değildir; dil meselesini, insanın bir "akıl varlığı" olduğu kadar "tabiat varlığı" olduğunu da hesaba katan perspektife oturtmaktır. Rousseau'nun dil felsefesinin sunduğu bu perspektif, Herder basta gelmek üzere birçok filozofa ilham vermiştir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Philosophy |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2010 |
Submission Date | October 14, 2010 |
Published in Issue | Year 2010 Issue: 52 |
Philosophy World is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License.