Rembrandt van Rijn is one of the most prominent painters of the XVII.century Dutch Golden Age whose artistic production had been guided through a Protestant comprehension. Despite the lack of any documented proof, Rembrandt’s works may well be argued as explicit manifestations of his spiritual affinity to Mennonitism. As the Mennonits who sought for the unvarnished truth of the Gospel, Rembrandt’s art reveal the Mennonit belief that humane sanctity would be exalted through a deep insight of the Gospel and with the love of God and this Mennonit spirit fills his not only religious works but also his whole artistic production including his portraits and landscapes.
For Rembrandt, his art was a “calling”- a task set by God. The concept of “calling”, had played a pivotal role for Max Weber in developing his famous “Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism” argument: Protestantism comprises a specific ethic of acquisition and the source of this ethic is “worldly asceticism” which can be characterized as the believer’s devoutness to fulfill his vocational obligation assiduously with a loyalty to the Holy Truth and a sense of religious duty. According to Weber, worldly asceticism principle was the keystone of the distinction between the Catholics and the Protestants in the context of economic behaviour and this perception laid the foundation of the birth of modern bourgeois capitalism in the Western world. Protestantism had provided a psychological support for strengthening the “spirit” of capitalism, by loosening the limitations that would disrupt the development of capitalism and by encouraging the economic virtues such as diligence, frugality, sobriety. “Calling” is the worldly condition of the believer which is determined by God. Thus working is not associated with mere economic prosperity but with spiritual salvation.
Vocational success is God’s blessing, the proof of the believer’s predestination. According to Weber’s argument, praise to diligence and encouragement to vocational success which are led by the Protestant ethic had been vital in the emergence of capitalism. Therefore Netherland’s being the first country where capitalism grew on a large scale doesn’t seem coincidental. The Dutch master Rembrandt too had accomplished his “calling” so keenly. As Weber defines, he was the embodiment of the mighty effect of the Puritan idea; he was a Protestant soul grown up in freedom and poverty.
Rembrandt’s evangelical approach can easily be distinguished from his Catholic predecessors and contemporaries especially in the context of handling the religious themes. However the master’s works of the other genres may also be analyzed from this perspective. In this essay, subsequent to an introduction about the evolution of Rembrandt’s landscapes, his “The Three Trees” etching will be evaluated in the light of his religious orientation and Weber’s “Protestant Ethic” argument. From his apprenticeship years to his mastery period, Rembrandt had performed his “calling” with the same Protestant spirit. His artistic production had been shaped by the Protestant Ethic. In “The Three Trees” etching, while revealing the impeccability of the divine order created by the Mighty God, Rembrandt also lays stress to successfully fulfilling his “calling”, his “task set by God”, the proof of his predestination, with the painter figure he had portrayed over the hill.
Rembrandt van Rijn, sanatsal üretimini Protestan bir anlayışın yönlendirdiği,
XVII. yüzyıl Hollanda Altın Çağı’nın en önemli ressamlarındandır.
Günümüze ulaşmış yazılı bir belge olmamasına rağmen sanatçının yapıtları,
onun Protestan mezheplerinden Mennonitizme spiritüel yakınlığının en
önemli tezahürleri olarak yorumlanabilir. Tıpkı Mennonitler gibi yaşamı
boyunca İncil’in yalın gerçekliğini arayan Rembrandt’ın sanatına Mennonitizmin,
insanî kutsallığın İncil’in derinden kavranması ve Tanrı sevgisi
yoluyla yükseltilmesi anlayışı yansımış ve bu Mennonit ruh, yaşadığı dönem
Hollanda sanatı özelinde oldukça ayrıksı addedilen sanatçının dinî
konulu yapıtlarının ötesinde, portrelerini, manzaralarını da kapsayan tüm
üretimine sinmiştir. Altın Çağ’da Mennonitler, sınırlı dinî özgürlüğe sahip
azınlıktaki bir topluluk olmuş olsalar da bu dönemde tüm Baptist hareketler
bağlamında Hollanda, Avrupa’nın en hoşgörülü ülkesi konumundadır.
Menno Simons’un “Hıristiyanca yaşayın; barışçıl, merhametli, müşfik ve
gerçek bir tevazu içinde olun; Tanrı’nın kelâmına riayet edin” öğütleri,
XVII. yüzyıl Mennonitizminin temel düsturu olmuştur. Ancak Hollanda
Altın Çağı’nın sunduğu fırsatlar, inzivaya çekilen, sakin bir yaşam sürdüren
Mennonitler’in birçoğunu cezbeder. Büyük oranda kentli bir nüfus
olan Hollandalı Mennonitler, giderek sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik
alanlarda aktif roller almaya başlarlar ve Sjouke Voolstra’nın deyimiyle
“tüccar vaize galip gelir”. Mennonit topluluk içerisindeki birçok varlıklı tüccar ve zanaatkâr, ekonomik yaşamda son derece etkin olur. Zengin
Mennonitler en fazla tekstil alanında faaliyet göstermişler, diyakozların
bir kısmı, aynı zamanda kumaş tüccarlığı da yapmıştır. Baltıklar’da ticaret
yapan Mennonitler, özellikle balina ve ringa balıkçılığında öncü olmuşlardır.
Yine bu dönemde tıp doktorları arasında birçok Mennonit olduğu da
bilinmektedir.
Hollanda Altın Çağı, sanatsal faaliyetlere de ivme kazandırmıştır. Artık
sanata yön veren yeni ekonomik ve siyasi elit sınıf- burjuva sınıfı bu dönemde
kendi inançları doğrultusunda sanatçılara ahlâkî bir görev atfederek
yapıtların Hıristiyanca bir yaklaşımla gerçekleştirilmesini talep etmiştir.
Böylece Hıristiyan yaşam biçiminin yalnızca sözle değil amellerle de ifade
edilmesi gerektiği Mennonit anlayışı bağlamında, yalnızca Mennonit
tüccarın değil, Mennonit sanatçının da İncil’in rehberliğine sığınması gerektiğine
vurgu yapılmıştır. Rembrandt da tüm sanatsal yaşamı boyunca bu
anlayıştan ayrılmamıştır.
Sanatı, Rembrandt için “Tanrısal istemenin ona yüklediği özel bir
ödev”dir. Bu Tanrısal ödev, “Protestan Ahlâkı” argümanını geliştirirken
Weber’in en önemli dayanağı olmuştur: Protestanlık, özel bir edinim ahlâkı
içerir; bunun da kaynağı doğruluk sadakati, dinî bir görev anlayışı ile inanan
kulun mesleki yükümlülüğünü bıkmadan, usanmadan yerine getirme
azmi ile karakterize edilebilecek “dünyevi asketizm”dir. Weber’e göre ekonomik
davranış biçimleri bağlamında Katolikler ve Protestanlar arasındaki
ayırt edilebilir farkın temelini dünyevi asketizm prensibi oluşturur. Bu
anlayış batı dünyasında modern burjuva kapitalizminin doğuşuna zemin
hazırlamıştır. Protestanlık, kapitalizmin gelişimini sekteye uğratacak sınırlandırmaları
gevşeterek, çalışkanlık, kanaatkârlık, itidal, dürüstlük gibi
ekonomik erdemleri teşvik ederek kapitalizmin “ruhu”nun güçlenmesinde
psikolojik destek sağlamıştır. “Meslek”, kulun Tanrı tarafından belirlenen
yaşam durumudur. Böylece çalışma, salt ekonomik bir refaha ulaşma ile
değil, ruhani bir kurtuluşa ulaşma ile ilişkilendirilmektedir. Mesleki başarı,
Tanrı’nın bir lütfudur; “seçilmişliğin” kanıtıdır. Weber’in savunduğu
üzere Protestan ahlâkın yönlendirdiği çalışkanlık övgüsü ve mesleki başarı
teşviki, kapitalizmin ortaya çıkışında hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla
Hollanda’nın, kapitalizmin büyük ölçekte geliştiği ilk ülke oluşu, tesadüfî
gözükmemektedir. Hollandalı usta Rembrandt da, “Tanrı tarafından çağrıldığı
mesleğini” büyük bir aşkla yerine getirmiştir. O Weber’e göre “püriten anlayışın muazzam etkisinin somut bir örneğidir; özgürlük ve sefalet içinde yaşamış Protestan bir ruh”tur.
Rembrandt’ın Protestanca yaklaşımı, özellikle dinsel konuları ele alışı
bağlamında Katolik öncülleri ve çağdaşları karşılaştırması ışığında ayırt
edilebilmektedir. Ancak sanatçının farklı türlere ait yapıtları da bu bakış
açısı üzerinden incelenebilir. Bu çalışmada Rembrandt’ın manzara yapıtları
gelişimi ve sonrasında “Üç Ağaç” adlı aside yedirme baskısı, sanatçının
dinsel yönelimi ve Weber’in “Protestan Ahlâkı” argümanı izleğinde
değerlendirilecektir.
Journal Section | Research Articles |
---|---|
Authors | |
Publication Date | February 20, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Issue: 26 |