The distinction between conceptualization (taṣawwur) and assertion (taṣdīq) gained significant prominence in the Islamic intellectual tradition with al-Fārābī, particularly within the contexts of logic and epistemology. Within this framework, both taṣawwurs and taṣdīqs were classified as either acquired (muktasab) or non-acquired (ghayr muktasab/self-evident, badīhī). However, Fakhr al-Dīn al-Rāzī, diverging from this general consensus in works such as al-Muḥaṣṣal, al-Arbaʿīn, al-Āyāt al-Bayyināt, and al-Maʿālim, argued that all conceptualizations arise necessarily and are thus non-acquired. Al-Rāzī grounds this position on two principal arguments: the first is a reformulation of the Meno paradox, and the second concerns the theoretical and practical impossibility of obtaining a complete definition. The Meno paradox presents an epistemological dilemma that challenges the foundational possibility of knowledge acquisition. It posits that one must either already possess the knowledge in question or have no initial epistemic access to it; in either case, the process of acquiring knowledge becomes meaningless. According to al-Rāzī, a conceptualization that one seeks to acquire is either already known or entirely unknown. In the former scenario, reacquisition is futile; in the latter, absolute ignorance of the object renders any form of epistemic pursuit impossible. Consequently, the acquisition of conceptualizations is rendered unfeasible in both cases. In his second argument, al-Rāzī questions the feasibility of definitions by asserting that acquiring knowledge of an entity’s essence through its essential constituents introduces various philosophical and logical complications. Based on these two arguments, al-Rāzī concludes that conceptualizations—being the initial stage of cognition—are not acquired. Accordingly, the assertions based on such conceptualizations, and the volitional acts that follow from them, must also be considered non-acquired. In other words, the idea—expressed in his Tafsīr—that “Although man appears to possess free will, he is in fact determined,” is underpinned by the premise that all conceptualizations arise necessarily. Al-Rāzī reiterates this argument in support of divine determinism in works such as al-Maṭālib, where in the ninth chapter he presents it under the title “Proofs that Belief and Disbelief Occur in the Hearts of the Servants Only by God's Creation,” and in al-Arbaʿīn, where he discusses whether human acts are created. Nonetheless, due to its rejection of free will on epistemological grounds, this position is fundamentally incompatible with Muʿtazilī principles. In this context, Ibn Abī al-Ḥadīd critically engages with al-Rāzī’s view in works such as Taʿlīq ʿalā al-Muḥaṣṣal, Sharḥ al-Āyāt al-Bayyināt, and Ziyādāt al-Naqḍayn. His critique begins by interrogating the implications of al-Rāzī’s claim that conceptualizations are non-acquired. According to Ibn Abī al-Ḥadīd, it is possible to attain complete knowledge (al-shuʿūr al-tāmm) of what is generally known (al-shuʿūr fī al-jumla) through definitions. Furthermore, in response to the Meno paradox, he proposes an alternative model of acquisition in which the knowing subject may arrive at knowledge without the need for active inquiry or intention. Additionally, Ibn Abī al-Ḥadīd appeals to the “theory of aspects” (jihāt), a view upheld by many Islamic philosophers, including Ibn Sīnā, as a counterpoint to al-Rāzī’s position. According to this theory, the subject can grasp the essence of an object by approaching it from different aspects or angles. In his critique of al-Rāzī’s second argument regarding the impossibility of complete definitions, Ibn Abī al-Ḥadīd underscores the distinction between the essential components of an essence and the essence itself. He maintains that knowledge of essence can be attained either through the emanation (fayḍ) of the Active Intellect or by knowing one of its essential attributes.
Kalām Conceptualization (taṣawwur) Acquisition (iktisāb) Fakhr al-Dīn al-Rāzī Ibn Abī al-Ḥadīd
Tasavvur-tasdik ayrımı, Fârâbî ile birlikte İslâm düşünce geleneğinde gerek mantık gerekse bilgi teorisi bağlamında önemli bir yer edinmiştir. Bu çerçevede, hem tasavvurların hem de tasdiklerin kazanımlı (mükteseb) ve kazanıma dayanmayan (gayr-i mükteseb) şeklinde tasnif edildiği görülmektedir. Ancak Fahreddin er-Râzî, başta el-Muḥaṣṣal olmak üzere el-Erbaʿîn, el-Âyâtü’l-beyyinât ve el-Meʿâlim gibi eserlerinde bu genel kabulden ayrılarak, tüm tasavvurların kazanıma dayanmaksızın, zorunlu biçimde meydana geldiğini savunmuştur. Râzî bu görüşünü iki temel argüman üzerinden temellendirmektedir: Bunlardan ilki, Menon paradoksunun yeniden formüle edilmesi; ikincisi ise tam tanımın gerek teorik gerekse pratik düzeyde imkânsızlığına dair ileri sürdüğü iddialardır. Menon paradoksu, bilgi edinme sürecinin imkânını sorgulayan bir epistemolojik açmaz ortaya koyar. Bu bağlamda, ya bilenin bilgiye hâlihazırda sahip olduğu ya da bilinmek istenen şeye dair hiçbir veriye sahip olmadığı varsayımı kabul edilmelidir. Her iki durumda da bilgi kazanma süreci anlamını yitirmektedir. Râzî’ye göre, elde edilmek istenen bir tasavvur ya önceden bilinmekte ya da hiçbir surette bilinmemektedir. İlk durumda, bilinen bir şeyin tekrar elde edilmesi anlamsız olduğundan; ikinci durumda ise, talep edilen şeye dair mutlak bir bilinemezlik söz konusu olduğundan tasavvurun kazanımı imkânsızdır. Diğer taraftan, tanımın imkânını sorgulayan ikinci delilde Râzî, tanımlanmak istenen şeyin mahiyetine ulaşmak için onun zâtî bileşenlerine dair bilgi sahibi olmanın çeşitli felsefi ve mantıksal sorunlara yol açtığını ileri sürer. Bu iki temel argüman üzerinden Râzî, bilgi sürecinin ilk aşamasını oluşturan tasavvurların kazanıma dayalı olmadığını ortaya koyar. Buna bağlı olarak, tasavvurlara dayanan tasdiklerin ve tasdiklere bağlı iradî fiillerin de özünde kazanımlı olamayacağı sonucuna ulaşır. Başka bir ifadeyle, et-Tefsîr’de dile getirdiği “İnsan, irade hürriyetine sahipmiş gibi görünse de aslında zorunludur” görüşünün arka planında, tasavvurların zorunlu meydana gelişi yönündeki bu temel varsayım yer alır. Bunu destekler nitelikte Râzî, argümanı el-Meṭâlib’in dokuzuncu bölümünde yer alan “İman ve küfrün kulların kalbinde meydana gelmesinin ancak Allah’ın yaratmasıyla mümkün olduğunu gösteren deliller” başlığı altında ve el-Erbaʿīn’de “Kulların fiillerinin yaratılmış olup olmadığı”na ilişkin başlık altında yeniden sunar. Ne var ki, özellikle irade hürriyetini epistemolojik zeminde reddetmesi nedeniyle, bu yaklaşım, Mu‘tezilî düşüncenin temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Bu yüzden, İbn Ebî’l-Hadîd, et-Taʿlîḳ ʿale’l-Muḥaṣṣal, Şerḥu’l-Âyâti’l-beyyinât ve Ziyâdâtü’n-Naḳżeyn gibi eserlerinde Râzî’nin bu görüşünü eleştirel bir bakışla ele almıştır. İbn Ebî’l-Hadîd’in eleştirileri, öncelikle tasavvurların kazanımlı olmadığının ne anlama geldiğini sorgulamakla başlar. Ona göre, genel olarak bilinen (eş-şuʿūr fî’l-cümle) şeylerin tanım aracılığıyla tam olarak bilinmesi (eş-şuʿūr et-tāmm) mümkündür. İkinci olarak, Râzî’nin gündeme taşıdığı Menon paradoksunu aşmak adına, bilen öznenin bilgiye ‘talep olmaksızın’ ulaşabilmesini mümkün kılan alternatif bir kazanım modeli önermektedir. Buna ek olarak, İbn Ebî’l-Hadîd, başta İbn Sînâ olmak üzere birçok İslâm düşünürünün benimsediği yönler (cihetler) anlayışını Râzî’nin görüşlerine karşı bir alternatif olarak sunar. Bu teoriye göre, özne, bilinen yönlerinden hareketle onun mahiyetine ulaşabilir. Râzî’nin ikinci delili olan tam tanımın imkânsızlığına yönelik eleştirisinde ise İbn Ebî’l-Hadîd, mahiyetin zâtî unsurları ile mahiyetin kendisi arasındaki farkı vurgular. Mahiyete dair bilginin ya faal aklın feyziyle ya da zâtî unsurlarından birinin bilinmesiyle mümkün olabileceğini savunur.
| Primary Language | Turkish |
|---|---|
| Subjects | Islamic Sects, Kalam |
| Journal Section | Articles |
| Authors | |
| Publication Date | June 30, 2025 |
| Submission Date | December 10, 2024 |
| Acceptance Date | April 25, 2025 |
| Published in Issue | Year 2025 Volume: 23 Issue: 1 |