In the wake of Hamas' large-scale and unexpected assault on Israel on 7 October 2023, an event termed the "Al-Aqsa Flood," Israel's counteraction evolved into an extended military campaign. This offensive led to a staggering number of civilian casualties in Gaza, with tens of thousands dead or wounded. Additionally, the people of Gaza have been deprived of fundamental rights, including access to clean water, food, healthcare, and education. The international community has reacted not only with moral outrage but has also raised legal concerns, questioning how these events align with international law.
Several Western nations, notably the United States, the United Kingdom, and Germany, have justified Israel's ongoing military operations—which have persisted for nearly a year—on the grounds of Israel's right to self-defence under international law. However, many other actors, including public figures, international organizations, legal experts, and critical governments, have contested this justification. Instead, they characterize Israel's actions as potentially amounting to genocide. By September 2024, reports indicate that approximately 42,000 civilians had lost their lives in Gaza, with over 90% of homes destroyed or heavily damaged. Moreover, the region has witnessed almost total displacement, with the collapse of essential services such as healthcare and education. Access to necessities like clean water, food, and fuel has been severely obstructed, compounding the humanitarian crisis. This article seeks to examine whether Israel's military operations in Gaza can be defended under the legal principle of self-defence, and whether these actions, as observed on the ground, might constitute the crime of genocide. The analysis draws on relevant international treaties, judicial decisions, academic discourse, and empirical data from the conflict zone.
Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e yönelik Aksa Tufanı adını verdiği beklenmedik ve geniş çaplı saldırıların ardından İsrail'in verdiği karşılık, Gazze halkının temiz su, gıda, sağlık ve eğitim haklarından mahrum bırakıldığı, on binlerce sivilin öldürüldüğü ve yaralandığı bir yıpratma saldırısına dönüşmüştür. Uluslararası toplum bileşenleri, süregiden çatışma ve katliamları yalnızca ahlakilik ve yasallık çerçevesinden eleştirmemiş, bu olayların uluslararası hukuk açısından nasıl anlaşılması ve adlandırılması gerektiğine dair de sorular sormuştur. ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin başı çektiği Batı hükümetleri İsrail’in bir yıla yakın süredir devam eden hava ve kara harekatlarını, bu devletin kendisini koruma hakkı ve uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkı zemininde değerlendirmektedir. Bu yoruma mesafeli yaklaşan ve saldırıları eleştiren kamuoyu bileşenleri, uluslararası örgüt temsilcileri, uzmanlar ve hükümetler ise, Gazze’de Eylül 2024 itibarıyla yaklaşık 42.000 sivilin hayatını kaybettiği, konutların %90’ının kısmen ya da tamamen tahrip edildiği, nüfusun neredeyse tamamının zorla yerinden edildiği, eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin felce uğradığı, hastane ve okulların büyük kısmının yıkıldığı ve bölgeye temiz su, yiyecek ve yakıt girişinin engellendiği bu süreci bir soykırım olarak nitelendirmektedir. Bu makale İsrail’in Gazze saldırılarının meşru müdafaa hakkı temelinde açıklanıp açıklanamayacağını ve İsrail’in sahadaki eylemlerinin soykırım suçu olarak adlandırılıp adlandırılamayacağını uluslararası sözleşmeler, yargı kararları, doktrin ve sahadan yansıyan veriler üzerinden değerlendirmektedir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Policy and Administration (Other) |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Early Pub Date | December 30, 2024 |
Publication Date | December 30, 2024 |
Submission Date | September 29, 2024 |
Acceptance Date | November 9, 2024 |
Published in Issue | Year 2024 Volume: 5 Issue: 10 |
Lapseki Vocational School Applied Research Journal is free. No fee is charged for articles to be published.