With the 19th century, the United
States turned its face away from Europe and focused on industrial progress and
territorial expansion at home. The land Thomas Jefferson had bought from France
in 1803 Louisiana Purchase, became a political and sociocultural asset in this
age. The large track of land lying West
beyond the Appalachian Mountains, would provide the industrially developing
young country with all kinds of natural resources and acres of fertile soil.
Yet, more importantly, culturally and socially, the “West” had already become a
mythical land attracting common American people and newly coming immigrants as
a destination of pursuing a new life. Towards the mid-century, the westward
immigration became a craze. Increasing numbers of people had come along these
decades in pursuit of finding a new home and owning acres of land. The newly
settled places in the West would rapidly flourish and expand, eventually
extending the borders of American civilization even farther West. In the face
of a wilderness that is being lost to progress and civilization, a sensitive
group of landscape painters, known in the American art history as “The Hudson
River School,” emerged. These artists were romantic and nationalistic in their
fervor and passionately depicted the grandeur of the American geography. As
much as these paintings called attention to the land and its beauty being lost
at the expense of America expansion policy or “Manifest Destiny” belief, they
paradoxically intensified the interest to move and settle in West among people.
1776’da kurulan Amerika Birleşik Devletleri, 19.
yüzyılla birlikte, Avrupa’dan yüzünü çevirip içişlerine dönmüş, Sanayi
Devriminin de etkisiyle gelişime ve büyümeye odaklanmıştır. Thomas Jefferson’ın
başkanlığında 1803 Louisiana anlaşması ile Fransızlardan alınan topraklar bu
dönemde hem politik hem de sosyokültürel bir önem kazanmıştır. Appalaş (Appalachian)
Dağlarının ötesinde uzak Batıya uzanan bu uçsuz bucaksız topraklar, Amerika
Birleşik Devletleri’nin endüstriyel yapılanması için gerekli doğal kaynakları
sağlayacağı uçsuz bucaksız arazilere sahipti. Ama bundan da önemlisi “Batı,”
kültürel ve sosyolojik boyutta, hem Amerikalıların hem de Amerika’ya göç etmeyi
isteyenlerin nezdinde yeni bir hayatın başlayacağı, keşfedilmeyi,
sahiplenilmeyi ve uygarlaştırılmayı bekleyen fırsatlar diyarı olarak
anlamlandırılmaktaydı. Batı’ya göç yüzyılın ortalarına doğru bir furyaya
dönüşmüştür. Birkaç on-yıllık dönem boyunca, giderek artan sayıda insan yeni
bir yurda kavuşmak ve dönümlerce arsa sahibi olmak hevesiyle buraya gelmeyi
sürdürmüştü. Her geçen gün, yeni yerleşim alanları oluşmakta, hızla gelişmekte
ve büyümekte, Amerikan uygarlığının hudutları da giderek daha Batı’ya
ilerlemekteydi. 1825’lerde, Batı coğrafyasının doğal güzelliğinin farkında olan
ve hızlı kentleşme ve endüstrileşmenin getireceği değişimin endişelerini
taşıyan ressamlardan oluşan, Amerikan sanat tarihinin ünlü Hudson Nehri ekolü
ortaya çıkmıştır. Bu ekoldeki sanatçılar romantik ve milliyetçi bir ruh ile
Amerikan coğrafyasının görkemli güzelliğini betimlemişlerdir. Bu manzara
resimleri, doğanın güzelliğine ve bu güzelliğin Amerika’nın yayılma
politikaları ve “Belirgin Yazgı” (Manifest Destiny) inancı karşısında yitirilişine dair
farkındalık sağladıkları gibi, romantik ve nostaljik bakış açılarıyla çoğu
insanın Batı’ya taşınma ve yerleşme arzusunu pekiştirmiştir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Cultural Studies |
Journal Section | Turkish language, culture and literature |
Authors | |
Publication Date | November 21, 2019 |
Published in Issue | Year 2019 RumeliDE 2019.Ö6 - Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Uluslararası Filoloji Çalışmaları Konferansı |