Batı’da daha ziyade “Rûmî” nisbesiyle bilinen Mevlânâ Celâleddin Belhî (ö. 1273), İslam tarihi boyunca tasavvuf düşüncesinin en önde gelen düşünürlerinden biri olarak kabul edilir. Mevlânâ'nın büyük eseri Mesnevî'deki mesajının özünü oluşturan merkezi kavramlardan biri tevhit ya da ilâhî birliktir. Bu makalede, Rûmî için tevhidin -Tanrı’nın birliğinin- gerçekleşmesinin, nefsin Tanrı’da ifnâ bulmasıyla (fenâ) elde edilen tecrübeye dayalı bir bilgi biçimiyle sağlandığını öne süreceğim. Ayrıca bu bilginin, dolaylı veya kavramasal değil, yalnızca mânevî bir mürşidin rehberliğinde aşk aracılığıyla erişilebilen doğrudan ve tahakkuka dayalı bir bilgi olduğunu savunacağım. Hakikat, mânevî yol (tarîkat) ve ilahi nizam (şeriat) üçlüsünün karmaşık bir şekilde birbirine bağlı olduğunu ve her birinin ilâhî birliğin hakikatinin farklı bir yönünü yansıttığını göstererek başlayacağım. Bu temel bize, Rûmî’nin düşüncesinde tevhidi anlamanın önemli bir ön koşulunu tartışmanın yolunu açar: Tezkiye-i nefs. Rûmî’ye göre tezkiye, nefsin kötü alışkanlıklardan ve dünyevi bağlardan kurtulmasını ve böylece ilâhî nûr için bir kap haline gelmesini sağlayan, seyr u sülûk yolunda önemli bir adımdır. Bununla birlikte, bu arınma süreci nihayetinde nefsin ifna olmasıyla sonuçlanır; çünkü nefs-i emmâre en büyük engeli ve tüm dünyevi bağların kökenini temsil eder. Bu noktadan sonra, şehâdet beyanı (lâ ilâhe illallâh) ile tevhid anlayışı arasındaki ilişkiyi inceleyecek ve bu bilginin kelâmcıların dolaylı akıl yürütmelerini aştığını savunacağım. Daha sonra, tüm yaratılışın ilâhî isim ve sıfatların bir tezahürü olarak algılandığı bu birlik idrakinin sonucunu inceleyeceğim. Son olarak, Rûmî’nin tevhit tasavvurunun altında yatan metafizik ilkelere dönerek, onun ilâhî birlik anlayışına dair daha derin bir perspektif sunacağım.
Maulānā Jalāl al-Dīn Balkhī (d. 1273), commonly known as Rūmī, is widely regarded as one of the foremost expositors of Sufi thought throughout Islamic history. One of the most central concepts that encapsulates the essence of Rūmī’s message in his magnum opus Mathnawī is tawḥīd, or Divine unity. In this article, I argue that for Rūmī, the realization of tawḥīd—the oneness of God—is achieved through an experiential form of knowledge attained in the annihilation of the carnal self in God (fanā). I further maintain that this knowledge is not discursive or conceptual but rather a direct and realized understanding, accessible solely through the path of love and the guidance of a spiritual master. I will begin by demonstrating that the triad of the Truth (ḥaqīqah), the spiritual path (ṭarīqah), and Divine law (sharī‘ah) are intricately interconnected, each reflecting a distinct aspect of the unified reality of Divine oneness. This foundation paves the way for discussing a crucial prerequisite for understanding tawḥīd in Rūmī’s thought: purification. According to Rūmī, purification is an essential step in the path of wayfaring, enabling the self to break free from vices and worldly attachments, thus becoming a vessel for Divine Light. However, this purification process ultimately culminates in the annihilation of the self, as the carnal ego represents the greatest obstacle and the root of all attachments. Following this point, I will explore the relationship between the declaration of shahādah (lā ilāha illa ’Llāh) and the understanding of Divine unity, arguing that this knowledge transcends the discursive reasoning of theologians. I will then examine the outcome of this realization of unity, wherein all creation is perceived as a manifestation of the beautiful Divine Names and attributes. Finally, I will turn to the metaphysical principles underlying Rūmī’s vision of tawḥīd, offering a deeper insight into his understanding of Divine oneness.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Sufism |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 24, 2024 |
Submission Date | November 6, 2024 |
Acceptance Date | November 12, 2024 |
Published in Issue | Year 2024 Volume: 3 Issue: 2 |