Öz
Boğaziçi ya da İstanbul Boğazı veya diğer adıyla Karadeniz Boğazı, İstanbul’un kurulmasından beri şehrin ticarî, iktisadî ve sosyal hayatında olduğu kadar güvenliği açısından da önemli olmuştur. Şehrin Osmanlı Devleti tarafından fethiyle Karadeniz bir Türk gölü haline gelmiştir. Dolayısıyla 17. yüzyılın ortalarında meydana gelen Kazak akınlarına kadar İstanbul Boğazı’nın güvenliği ikinci planda kalmıştır. Söz konusu hadise ve giderek artan Rus tehlikesi karşısında İstanbul Boğazı’nın güvenliği ve tabiatıyla başkentin korunması, devletin öncelikli konularından birini oluşturmaya başlamıştır. Böylece İstanbul Boğazı’nın güvenlik altına alınması için hem buradaki eski yapılar onarılmış hem de yeni kale ve tabyalar inşa edilmiştir. Zamanın teknik şartlarına ve idarî imkânlarına uygun olarak bu kale ve tabyalara piyade ve topçu askerleri yerleştirilmiş, Boğaz Nazırı adıyla idareciler atanmış ve Bostancı Ocağı, Kaptan-ı Deryalık, Tophane-i Âmire gibi kurumlar tarafından idare edilmiştir. Tanzimat sonrasında Boğazı’nın idaresi Bostancı Ocağı ve Kaptan-ı Derya’nın sorumluluğundan alınarak Tophane-i Âmire’ye ve daha sonra da Seraskerliğe verilmiştir. Tarihi süreçte İstanbul Boğazı savunması kale yapılarından tabya sistemine dönüşmüştür. Bu süreçte özellikle topçu askerlerinin eğitim ve istihdamı, modern topların kullanımı, tabyalar arasındaki iletişim, ulaşım ve koordinasyonun sağlanması önemli hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır.