ANLATIBİLİM:
ANLATI TEORİSİ EL KİTABI[1]
Anlatı Teorisi El Kitabı, Manfred Jahn tarafından 2005 yılında
yazılır, 2012 yılında da Ege Üniversitesinde öğretim üyesi olan Bahar
Dervişcemaloğlu tarafından dilimize kazandırılır. Bu çalışma henüz
anlatıbilimin ülkemizde yeni yeni kendine yer bulduğu zamanda vücuda
getirilmesi çok bakımdan kıymetli ve önemlidir.
Dergâh Yayınları tarafından
basılan eser Giriş, Kaynaklar ve Terimler kısmı dışında sekiz bölümden
oluşmaktadır. Bu bölümler ve alt başlıkları şu şekildedir: 1. Giriş - 2.
Anlatıbilimin Ana Hatları: Tarihi ve Temelleri, Anlatı Türleri, Anlatısal
Bildirişim, Anlatı Düzeyleri - 3. Anlatma, Odaklanma ve Anlatı Durumları:
Anlatma (Ses), Odaklanma (Kip), Anlatı Durumu - 4. Eylem, Öykü Analizi,
Anlatılabilirlik 5. Fiil Zamanı, Zaman ve Anlatı Kipleri: Anlatıya Has Fiil
Zamanları, Zaman Analizi, Anlatı Tarzları - 6. Zaman/Mekân ve Kurmaca Mekânı -
7. Karakterler ve Karakterleştirme - 8. Söylemler: Sözün, Düşüncenin ve
Bilincin Temsilcileri.
Bahar Dervişcemaloğlu,
Çevirmenin Önsözü’nde Manfred Jahn’ın anlatı teorisiyle ilgili karmaşık
konuları bile son derece açık ve anlaşılır bir dille izah ettiğini, bu
çalışmanın anlatı bilime ve anlatı teorisine ilgi duyan bütün öğrencilerin ve
araştırmacılar için faydalı bir giriş kitabı niteliği taşıdığını ifade eder.
Eseri okudukça, sayfalar arasında ilerledikçe haklı bir tespit olduğu anlaşılır.
Anlatı Teorisi El Kitabı, anlatıbilimle ve analiziyle alakalı
temel bilgileri içerir. Eserdeki örnekler H. D. Salinger’in Catcher in the
Rye, J. Gould Cozzens’in A Cure of Flesh, Margaret Drabble’nin The Millstone,
George Eliot’ın Adam Bede vb. gibi İngiliz edebiyatından alınır.
Giriş bölümünde; anlatı
sesi, iç odaklanma, Genette’in anlatı tipleri ve anlatı durumları gibi anlatı
bilimin temel kavramları ele alınır. Anlatı nedir sorusuna “Her anlatı bir öykü
sunar, öykü; içinde karakterlerin yer aldığı bir olaylar dizisidir, bundan
dolayı, anlatı, karakterlerin hem sebep olduğu hem de başından geçen olaylar
dizisini sunan bir bildirişim biçimidir” der Jahn. Metin dediğimiz şeyin, bir
anlatı sesini yansıttığı için bunu “anlatısal bir söylem” olarak da
değerlendirebileceğimizi ifade eder. Bir romandaki anlatı sesini bulmak için
“kim konuşuyor?” sorusunu sorarız. Bir anlatıcıyla ilgili ne kadar fazla
bilgiye sahip olursak, onun sesinin niteliği ve ayırt edici özelliğiyle ilgili
fikirlerimiz o kadar somut olacağı düşüncesindedir. O, bildirişimsel ilişkinin
üç şekilde gerçekleşeceğini söyler:
1. Kurgusal olmayan bildirişim düzeyinde
yazar ve okur arasında.
2. Kurgusal aracılık ve söylem düzeyinde
anlatıcı ve dinleyici ya da gönderilenler arasında.
3. 3. Eylem düzeyinde karakterler arasında.
(Jahn: 2005, 16)
Manfred Jahn bir anlatı
sesinin işitilebilirliğini en iyi şekilde anlamak için derecelendirme yoluna
başvurmak gerektiği düşüncesindedir. Anlatı sesini nitelemek için çoğunlukla
birbirinin mukabili olan açıklık ve kapalılık terimini kullanır. Anlatıcıların
daha çok ya da daha az açık olabileceği fikrindedir.
Bir öykü anlatan herhangi
biri, birinci şahıs anlatısı mı yoksa üçüncü şahıs anlatısı mı kullanacak bu
ikisinden birine karar vermesi gerekir. Jahn, bu terimlerin uygun olup olmadığı
konusunda tartışmalar olduğunu, Genette’in birinci şahıs anlatısı yerine homodiegetik
(yani içöyküsel anlatıcı), üçüncü şahıs anlatısı yerine de heterodiegetik (yani
dışöyküsel anlatıcı) terimlerini kullandığını söyler ve biz anlarız ki o da
Genette’in terimlerini benimser. Onun heterodiegetik anlatıcıyla ilgili şu
saptaması dikkat çekicidir:
“Heterodiegetik bir
anlatıcı, öykü dünyasında hiçbir zaman karakter olarak yer almayan birisidir.
Heterodiegetik bir anlatıcının öykü dünyasının dışında bir pozisyona sahip
olduğu gerçeği, gerçek hayatta asla kabul edemeyeceğimiz bir şeyi kabul
etmemizi kolaylaştırır. O da şudur: bizim sınırsız bilgi ve otoriteye sahip
olma zorunluluğu. Bu tip anlatıcı, tipik bir biçimde sanki dünyadaki en doğal
şeymiş gibi, her şeyi bilmenin sorumluluğunu üzerlerinde taşırlar.” (23)
Anlatı Teorisi El Kitabı’nın yazarı, iç odaklanma, iç odaklayıcı
ve odaklayıcı terimlerini şu şekilde açıklar: İç odaklanma: Bir şeyleri öykünün
içinde yer alan bir karakterin bakış açısından sunma tekniğine denir. İç
odaklayıcı: Eylemin, gözlerinden sunulduğu karaktere denir. Odaklayıcı: Dikkatini
ve algısını bir şeyin üzerinde odaklayan kişidir. Bir önerisi vardır onun: “Bir
metindeki anlatı sesini belirlemek için “Kim konuşuyor?” sorusunu sormamız
gibi, bir iç odaklayıcının muhtemel varlığını tespit edebilmek için de “Kim
görüyor?” sorusunu bir formül olarak kullanabiliriz” der. Öyküdeki olayları,
üçüncü şahıs bir iç odaklayıcının gözünden ya da bakış açısından sunan bir
anlatıya figural anlatı; bu anlatının anlatıcısı da, algılarını ve
düşüncelerini sunan kapalı bir heterodiegetik anlatıcı olduğunu söyler.
İkinci bölümde anlatıbilimin
ana hatları ele alınır. Jahn, anlatıbilimin köklerinin tıpkı bütün Batı
kaynaklı kurmaca teorilerinde olduğu gibi, Platon ve Aristo’nun “mimesis”
(taklit) ve “diegesis” (anlatma) ayrımına dayandığı kanaatindedir. Anlatıbilim,
bir disiplin olarak Fransız “Communications” dergisinin “Anlatının
Yapısal Analizi” başlıklı özel bir sayı çıkardığı 1966 yılında şekillenmeye başladığını,
“anlatıbilim” teriminin ise, derginin bu özel sayısına katkıda bulunanlardan
biri olan Tzvetan Todorov tarafından üç yıl sonra türetildiğini ifade eder.
Anlatıbilim, anlatı yapılarının teorisidir derken, anlatıbilimciyi bir yapıyı
incelemek ya da “yapısal bir betimleme” ortaya koymak için, anlatı olgusunun
bileşenlerini parçalarına ayırır ve daha sonra işlevleri ve ilişkileri
belirlemeye çalışan kişi olarak saptar. Neredeyse bütün anlatı teorilerinin, ne
anlatıldığıyla (öykü), nasıl anlatıldığı (söylem) arasında bir ayrım yaptığının
altını çizer. Anlatıyı ve öyküyü şöyle tanımlar:
“Anlatı: bir öykü anlatan ya da sunan her şeyi
kapsar. İster metin vasıtasıyla, ister resim icra etme ya da bütün bunların
birleşimiyle olsun, hepsi anlatıdır. Dolayısıyla romanlar, oyunlar, filmler,
karikatürler vb., bunların hepsi anlatıdır.
Öykü: içinde karakterlerin yer aldığı bir
olaylar dizisidir. Olaylar dizisi hem doğal hem de doğal olmayan (sel, araba
kazası) olayları içerir. Karakterler bir öyküde; eyleyen (bir olaya sebep olan) mağdur/kurban (etkilenen) ya da yararlanan
(bir olaydan etkilenen) olarak yer alabilirler.” (44)
Anlatı Teorisi El Kitabı’nda karmaşık bir gösterge olan anlatısal
bir metin için gösteren, “söylem” yani sunuş kipi; gösterilen ise “öykü” yani
eylem dizisi olduğu belirtilir. Dolayısıyla da anlatıbilimsel bir inceleme
çoğunlukla söylem anlatıbilimi ve öykü anlatıbilimi gibi iki temel yöneliminden
birinin takip edildi ifade edilir ve söylem anlatıbilim ve öykü anlatıbilim
terimleri de şöyle açıklanır:
“Söylem anlatıbilimi:
Anlatısal bir metnin biçimini ya da gerçekleşmesini belirleyen üslûpla ilgili
tercihleri analiz eder. Ayrıca anlatısal bir eylemin toplumsal ve kültürel
çerçevesi kapsamında metni ya da performansı bağlamsallaştıran pragmatik
(edimbilimsel) özelliklerle de ilgilenir.” (44)
“Öykü anlatıbilimi:
Söylem anlatıbilimin aksine, bir olay akışını, temalar, yönlendirici unsurlar
ve olaylar dizisi yörüngesinde düzenleyen “ olay örgüsü halin getiren” eylem
birimleri üzerine odaklanır.” (45)
Jahn, anlatıbilimin edebi
ya da edebi olmayan, kurgusal ya da kurgusal olmayan, sözlü ya da sözlü olmayan
bütün anlatı türleriyle ilgilendiği; en kapsayıcı ayrımın ise, kurgusal ve
kurgusal olmayan anlatılar arasında olduğu görüşündedir. Kurgusal bir anlatıyı
ise hayali bir dünyada gerçekleşmiş bir öykünün hayali bir anlatıcı tarafından
sunulması olarak tanımlar. Her ne kadar kurgusal bir anlatı, özgür bir şekilde
gerçek insanlara, mekânlara ve olaylara gönderme yapabilirse de, gerçek hayatta
olanlarla ilgili bir kanıt olarak kullanılmayacağını da sözlerine ekler. Karakter
ve figür terimleri çoğunlukla ayrım gözetmeksizin kullanılsa da, çağdaş teori
söylemi, daha keskin ayırt edici ve tam ayrımlar yapmaya çaba gösterdiğini
söyleyerek bu terimleri tanımlar:
“Kişi, kurgusal
olmayan bildirişim düzeyinde yer alan, gerçek hayattaki bir kişiyi ifade eder.
Dolayısıyla yazarlar ve okurlar birer kişidir. Karakter, gerçek hayatta
var olan bir kişi değildir; yazarlar tarafından yaratılmış, sadece kurgusal bir
metin içinde var olabilen kâğıttan bir varlıktır. Figür terimi
çoğunlukla karakterin bir çeşidi gibi kullanılır. Bununla birlikte bazı
kuramcılar bu terimi, anlatıcıya gönderme yapmak için kullanırlar.” (53)
Eserde, anlatmanın birçok
farklı düzeyde gerçekleşebileceğini, hikâye içinde hikâye ve onun içinde hikâye
yani içe içe hikâyeler olabileceğini ifade edilir. Öyküdeki bir karakter, kendi
öyküsünü anlatabilir, yani anlatı içinde anlatı ya da hikâye içinde hikâye
yaratabilir. Böylece esas anlatı “çerçeve” ya da “matris” anlatı haline dönüşür
ve karakter tarafından anlatılan öykü de “iliştirilmiş anlatı” ya da “alt
anlatı” ya dönüşeceği söylenir.
Üçüncü bölümde anlatma
(ses), odaklanma (kip) ve anlatı durumları üzerinde durulur. Bu bölümde
Genette’in ve Franz K. Stanzel’in teorileri bir araya getirilir.
Anlatıbilimde, anlatma ile
ilgili temel soru şudur: “Kim konuşuyor?/Bunu kim anlatıyor?” Bu anlatıcıdır
der Jahn. Anlatıcıyı, anlatı söylemini gerçekleştiren kişi, yani bir anlamda
anlatı söyleminin “ses”i; gönderilenle (dinleyenle) bildirişimsel temas kuran,
açıklama ve yorumlamaları düzenleyen, ne anlatılacağına ve nasıl
anlatılacağına, neyin dışarıda bırakılacağına karar veren aktör olarak
karşılar. Günümüzde anlatıcının erkek mi kadın mı olduğu karar verilemezse
birçok araştırmacı, Lanser kuralı diye bilinen kuralı takip eder. Cinsiyeti
belirsiz anlatıcı problemi genelde sadece yetkili yazar anlatıcılarda
(heterodiegetik anlatıcılarda) karşımıza çıkar.
“Lanser Kuralı:
Anlatıcının cinsiyetiyle ilgili metin içi ipuçlarının yokluğu durumunda,
yazarın cinsiyetine uygun zamiri kullanma; yani yazar erkekse anlatıcının da
erkek olduğunu, yazar kadınsa anlatıcının da kadın olduğunu kabul etmedir.”
(63)
Anlatı Teorisi El Kitabı’nın yazarı, metinde anlatıcının varlığı
“açık anlatıcı” veya “kapalı anlatıcı” şeklinde karşımıza çıkarılabileceği
görüşündedir. Açık anlatıcıyı, kendine birinci şahıs (ben, biz vb.) kullanarak
gönderme yapan, dolaylı ya da dolaysız olarak dinleyiciye hitap eden, gerekli
olan her durumda okurun işine yarayacak açıklamalar sunan, özellikle
sözbilimsel figürler, benzetmeler, değerlendirmeler, hükümler, duygusal ya da
öznel ifadeler açısından, felsefi ve üst anlatısal yorumlarda bulunmak için
öyküye müdahale eden ve ayırt edici sesi olan bir anlatıcı olarak
değerlendirir. Kapalı anlatıcıyı da açık anlatıcının yukarıda sıralanan hiçbir
özelliğine sahip olamadığını, ne kendine gönderme yapacağını ne de herhangi bir
dinleyiciye hitap edeceğini belirtir. O bunları söylerken açıklık ve kapalılık
terimlerinin göreceli terimler olduğunu, yani anlatıcıların daha az ya da daha
çok kapalı, daha az ya da daha çok açık olabileceklerini de söylemeyi ihmal
etmez. Sesle ilgili nitelikleri ele alırken; söz konusu kişinin diyalektini (yani
bölgesel özellikler, mesela telaffuz gibi), sosyolektini (yani bir topluluğun
dille ilgili özelliklerini), idiyolektini (kişiye özgü üslûbu) ve genderlektini
(kadınların ve erkeklerin cinsiyetlerine göre tercih ettikleri üslûbu) dikkate
almak gerektiğini sözlerine ekler.
“Kim görüyor?” sorusu
odaklanma ile ilgili olan sorudur. Manfred
Jahn, odaklanmanın işlevsel açıdan, anlatıyla ilgili bilgileri seçme ve
sınırlama, olayları ve olayların gidişatını birinin bakış açısından gösterme,
odaklanan kişiyi ön plana çıkarma ve odaklayıcıya empatik ve ironik bir görüş
kazandırma aracı vazifesine sahip olduğunu ifade eder. Temel olarak dört çeşit
odaklanma biçiminden söz eder:
“Sabit odaklanma: Anlatısal olgu ve olayların, tek bir
odaklayıcının sabit bakış açısından sunulmasıdır. Değişen odaklanma:
Öykünün farklı bölümlerinin çeşitli odaklayıcıların gözünden sunulmasıdır. Çoklu
odaklanma: bir olayı her seferinde başka bir odaklayıcının gözünden tekrar
tekrar sunma tekniğidir. Genellikle bu teknik vasıtasıyla yansıtılan şey,
farklı insanların aynı olayı farklı biçimde algılama ya da yorumlama eğiliminde
olduklarıdır. Ortak odaklanma: Çok sayıda anlatıcı (Biz anlatısı) ya da
bir grup karakter (ortak yansıtıcılar) vasıtasıyla odaklanma.” (70)
Dördüncü bölümde eylem,
öykü ve olay örgüsü üzerinde durulur. Öyküyü, bir olaylar ve eylemler dizisi
olarak değerlendirir Jahn. Öykünün gramerini çıkarmak için Chomsky’nin üretici
gramer gibi çeşitli girişimler yapıldığını, bu gramerlerden bazıları, özellikle
de folklor araştırmaları, deneysel analiz, bilişsel araştırmalar ve yapay zekâ
bağlamında hala kullanılmakta ya da dikkate alınmakta olduğu görüşünü paylaşır.
Öykü ve olay örgüsü terimlerini ilk kez Forster tarafından kullanıldığını
söyler. Öykü ve olay örgüsünü de şöyle tanımlar:
“Öykü: olayların kronolojik dizilişidir. Öykü
analizi, eylem dizisinin kronolojik skalasını ve tutarlılığını inceler. Temel
soru “sonra ne oluyor?” sorusudur. Unutmayın bir anlatının söylemi, öyküyü
tamamen kronolojik bir şekilde sunmak zorunda değildir. Bir anlatı M eylem
birimiyle başlayabilir, G’ye dönüş yapabilir, P’ye yani ileriye atlayabilir.
Olay örgüsü: bir öykünün mantıksal ve nedensel
yapısıdır. Olay örgüsünün yapısıyla ilgili temel soru “Bu neden oluyor?”
sorusudur.” (92)
Beşinci bölümde fiil
zamanı, zaman ve anlatı kipleri üzerinde durulur. Jahn, esas olarak anlatıya
has iki fiil zamanının varlığını kabul eder: anlatının geçmişi ve anlatının
şimdisi. Zaman analizi de temel olarak “Ne zaman? Ne kadar? Hangi sıklıkta?”
sorularıyla ilgilendiğini söyler. Ne zaman sorusunun cevabını düzen, ne kadar
sorusunun cevabını süre, hangi sıklıkta sorusunun cevabını da sıklık terimleri
ile karşılarız görüşündedir. Düzen öykünün kronolojisinin nasıl işlendiğine
gönderme yapar; süre, öykü zamanıyla söylem zamanının oranlamasını kapsar;
sıklık ise tekil ya da tekrarlanan eylem birimlerini sunmanın muhtemel
yollarını ifade eder. Düzen, süre ve sıklıkla ilgili alıntılara yer vermeden
önce Genette’in Anlatının Söylemi adlı eserinde anakroni, analepsis,
prolepsis terimleri üzerinde fazlaca durduğunu, etkilerini de Anlatı Teorisi
El Kitabı’nda gördüğümüzü belirtelim.
“Düzen: Buradaki temel soru öykünün olayların
normal dizilişini yansıtıp yansıtmadığıdır. Eğer yansıtıyorsa, kronolojik bir
düzen var demektir. Eğer yansıtmıyorsa bir anakroni biçimiyle karşı karşıyayız
demektir. Anakroni: öyküdeki
mutlak kronolojiden sapmadır. Anakronin başlıca iki tipi vardır: geriye dönüş
ve ileriye atlama. Akroni: zamansal açıdan düzensiz olaylar dizisidir.
(98-99)
Süre: Burada öncelikle öykü zamanı ile söylem
zamanı arasında temel bir ayrım yapmak gerekiyor. Anlatısal bir metnin hızını
ya da temposunu belirlemek için, öykü zamanıyla söylem zamanını karşılaştırmak
gerekir. Bunun sonucunda aşağıdaki temel ilişki tipleri ortaya çıkar: Eşzamanlı/eşsüreli/eşit
sunumda, öykü zamanı ve söylem zamanı neredeyse birbirine eşittir ya da
ritmik olarak birbirine eşlenmiştir. Hızlandırma/ivme kazanma durumunda,
söz konusu bölümün söylem zamanı öykü zamanından oldukça kısadır. Yavaşlatma
durumunda söz konusu bölümün söylem zamanı öykü zamanından oldukça uzundur.
Yavaşlatma nadiren karşılaşılan bir durumdur. Eksiltili/atma/çıkarma,
öykü zamanına ait bit kısmın metinde temsil edilmemesi, atlanmasıdır. Duraklama:
Duraklama esnasında, söylem zamanı betimleme ya da yorumlamayla geçer. (99-102)
Sıklık: Sıklık analizi, anlatıcının özetleyici
ya da tekrarlayıcı anlatma stratejilerini araştırır. Sıklıkla ilgili üç temel
kip vardır: Tekil Anlatma: Bir kere olan şeyin bir kere anlatılmasıdır. Tekrarlanan
Anlatma: bir kere olanı, birkaç kere anlatmadır. Tekrarlayanı Anlatma:
Birçok kere olanı bir kere anlatmaktır. (102)
Eser, anlatı
tarzları/kipleri temelde sıklık ve süre arasındaki ilişkilerin sonucunda ortaya
çıkacağını belirtir. İki anlatı tarzı/kipi vardır: Olayların sunum süresinin
olay süresine denk olduğu bir gösterme tarzı yani sahne sunumu ve anlatıcının,
bir olay dizisini, tematik olarak bir noktada odaklanmış, derli toplu bir
açıklama şeklinde yoğunlaştırarak verdiği bir anlatma tarzı yani özettir.
Altıncı bölümde zaman/mekân
üzerinde durulur. Manfred Jahn, zamanın; fiil zamanı ve kronoloji hakkında
bugüne kadar yapılmış ayrıntılı incelemelerle karşılaştırıldığında,
edebiyattaki mekânla ilgili o ölçüde ayrıntılı bir betimleme/tanımlama
yapılmadığı kanaatindedir. Chatman, mekânı öykü ve söylem mekânı olarak ikiye
ayırdığını söyler:
“Öykü mekânı: öykünün
eylem içeren bölümlerinin geçtiği mekân ya da dekordur.
“Söylem mekânı:
anlatıcının hâlihazırdaki mekânıdır; daha kapsamlı düşünürsek, anlatı durumunun
konumlandığı bütün ortamlardır. Mesela hastaneler ve psikiyatrik koğuşlar,
popüler ve modern söylem mekânlarıdır.” (107)
Yedinci bölüm, karakterler
ve karakterleştirme üzerine kurulur. Jahn, karakterleştirme analizi kurmaca
karakterlerin kişilik özelliklerini yaratma yollarını ve araçlarını araştırdığı
ve buradaki en temel analitik sorunun kimin (özne), kimi (nesne), ne olarak/ne
şekilde karakterize ettiği ile ilgili olduğunu söyler.
Son bölüm ise söylemler üzerindedir.
Jahn’a göre karakterlerin zihinsel süreçlerini, düşüncelerini ve
algılamalarını, anılarını, hayallerini ve duygularını sunmak, 19. yüzyıl sonu
ve 20. yüzyıl başı romancıları için birincil mesele olmuştur. O, bütün
anlatmaya dayalı ifadeleri içeren, söz olaylarını değil de hareket olaylarının
öyküsünü anlatan; aynı zamanda – eğer varsa- anlatıcının değerlendirici ya da
yorumlayıcı ifadelerinden oluşan söyleme anlatıcının söylemi; söz olaylarının
sözcüklerin anlatısından oluşan eyleme ise karakterlerin söylemi adını verir. Söylemin
hangi biçimlerde temsil edileceği konusuna gelince bunları temel olarak üç
biçime ayırır: “dolaysız, serbest dolaylı ve dolaylı” biçim olarak. Bunlarında
da alt biçimlerini eserinde verir.
Son olarak biz bu eserde
Genette tarafından Anlatının Söylemi’nde ele alının anlatıbilim ve
terimleri, bu eserde daha güzel ve yerli yerinde kategorize edilmiş, başlıkları
tam anlamıyla kategorize edilmiş bir görüntüsü ile karşılaşırız.
Çeviri konusuna gelince… Bu
başaralı çeviriden bahsetmeden yazıyı sonlandırmak olmazdı. Çeviride terimlere
Türkçe karşılıklar kullanılmış, yanına da İngilizcesi parantez içinde verilmiş,
eserin sonuna da terimlerin İngilizce-Türkçe, Türkçe İngilizce karşılıları
alfabetik olarak sıralanmıştır. Okuyucunun, araştırmacının işini kolaylaştıran
bu yöntem, diğer çeviri eserlerde de faydalı olacağı kanısı uyanmıştır.
Kaynakça
Manfred Jahn (2005). Anlatıbilimin:
Anlatı Teorisi El Kitabı. Çev. Bahar Dervişcemaloğlu. Ankara (2012): Dergâh
Yayınları.
Konular | Sanat ve Edebiyat |
---|---|
Bölüm | Kitap İncelemesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2017 |
Gönderilme Tarihi | 16 Aralık 2017 |
Kabul Tarihi | 28 Aralık 2017 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2017 Cilt: 1 Sayı: 1 |
This work is licensed under Attribution-NonCommercial 4.0 International