This paper investigates the intricate collision between fantasy and reality in the realms of dark comedy and tragicomedy, with particular attention to the fairy-tale elements embedded in both genres. Drawing primarily on Martin McDonagh’s The Pillowman and Tom Stoppard’s Rosencrantz and Guildenstern Are Dead, the study explores how these texts highlight the interplay of death, art, and human imagination. By placing grotesque humor side by side with existential despair, both playwrights invite audiences to confront life’s paradoxes while reflecting on the fragility of human agency. The analysis shows that dark comedy employs grotesque and taboo subjects to force laughter amid horror, while tragicomedy balances despair with faint glimpses of hope, underscoring the instability of human emotions. Ultimately, the paper argues that art emerges as both a refuge from and a mirror of suffering, transforming trauma into creative energy. The conclusion emphasizes the necessi meditating on life rather than fixating on death, as genuine wisdom lies in apprecia-ting the fleeting yet meaningful essence of existence.
Bu makale, kara mizah ve trajikomedi türlerinde fantezi ile gerçekliğin çarpışmasını, özellikle peri masallarının izlerini de kapsayacak şekilde incelemektedir. Analizin temelini Martin McDonagh’ın The Pillowman ve Tom Stoppard’ın Rosencrantz and Guildenstern are Dead adlı eserleri oluşturmaktadır. Çalışma, ölüm, sanat ve insan hayal gücü arasındaki etkileşimi açığa çıkararak, grotesk mizah ile varoluşsal umutsuzluğun yan yana gelişini tartışmaktadır. Her iki oyun da seyirciyi hayatın paradokslarıyla yüzleşmeye ve insan iradesinin kırılganlığını sorgulamaya davet eder. İnceleme, kara mizahın tabu ve korkutucu konuları kullanarak acının ortasında kahkaha ürettiğini, trajikomedinin ise umutsuzluğu nadir umut anlarıyla dengeleyerek duyguların istikrarsızlığını ortaya koyduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, anlatıların gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınırları bulanıklaştırdığı ve sanatçının etik sorumluluğunu gündeme taşıdığı vurgulanmaktadır. Sonuç olarak, sanat hem bir sığınak hem de acının aynasıdır; travmayı yaratıcı bir enerjiye dönüştürerek insana yeni bakış açıları kazandırır. Makale, yaşam üzerine manevi bir tefekkürün ölümden daha gerekli olduğunu vurgulamakta, hakiki bilgelik ve özgürleşmenin ise varoluşun kısa ama değerli anlarını fark ederek yaşamakta yattığını öne sürmektedir.
Birincil Dil | İngilizce |
---|---|
Konular | İngiliz ve İrlanda Dili, Edebiyatı ve Kültürü |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 30 Eylül 2025 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Eylül 2025 |
Gönderilme Tarihi | 12 Ağustos 2025 |
Kabul Tarihi | 21 Eylül 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Cilt: 13 Sayı: 37 |