Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan hilafet tartışmaları, İslam mezheplerinin teşekkül sürecinde belirleyici bir etken olmuş, özellikle Sünnî-Şiî ayrışmasının temel meselelerinden biri haline gelmiştir. Bu tartışmalar, Hz. Ali’nin Raşid Halifelerin sonuncusu olması bağlamında yoğunlaşmış, onun faziletine dair görüşler mezhepler arası ayrışmada önemli bir rol oynamıştır. Şiî düşünce, Hz. Ali’yi tüm sahabeden üstün kabul ederken, bu çerçevede sahabeye yönelik eleştiriler geliştirmiştir. Sünnî ulema sahabenin faziletini savunarak, Şiî iddialara karşı çeşitli reddiyeler kaleme almıştır. Bu çalışma, Ebü’l-Hüdâ Safâuddin el-Bendenîcî’nin Risâle fî Beyânî Fezâili’s-Sahâbe ve Reddi’ş-Şîa adlı eserini merkeze alarak, sahabenin efdaliyyeti konusundaki Sünnî yaklaşımları ve Şiî söylemlere karşı geliştirilen savunuları incelemektedir. Söz konusu risale, Lahor’da sahabeye yönelik hakaretamiz ifadeler kullanan bir grubun varlığına karşı Sünnî ulemanın Osmanlı hâkimiyetindeki Bağdat’a başvurması ve bu konuda bir fetva talep etmesi üzerine kaleme alınmıştır. Osmanlı’nın XIX. yüzyılda siyasi zayıflık yaşamasına rağmen, Sünnî İslam dünyasında hâlâ bir otorite olarak görülmesi, Hint ulemasının Bağdat’tan fetva istemesiyle bir kez daha teyit edilmiştir. Eserde, sahabenin faziletine dair deliller ortaya konulmakta, Şiî düşüncenin iddiaları eleştirilmekte, sahabeye yönelik suçlamaların İslamî esaslarla bağdaşmadığı vurgulanmaktadır. Müellif, sahabenin İslam’ın yayılmasındaki merkezi rolünü temel alarak, onların adaletine gölge düşüremeyeceklerini savunmaktadır. Şiî söylemler, Sünnî geleneğe aykırı bulunarak reddedilmekte, sahabenin konumunu zedeleyen bu tür iddiaların mezhep ayrışmasını derinleştirdiği ileri sürülmektedir. Ayrıca, makalede fetva literatürünün İslam Mezhepleri Tarihi açısından önemi vurgulanmaktadır. Mezheplerin imamet ve sahabenin faziletine dair birbirleriyle mukayesesi genellikle akâid, kelam ve fırak literatürü çerçevesinde incelenirken, bu konuların fetva ve fıkıh literatüründe geniş bir yer tuttuğu görülmektedir. El-Bendenîcî’nin reddiyesinde fetvaların, döneminin siyasi ve dinî şartları doğrultusunda değişkenlik gösterebilen tekfir, tadlîl ve teberrî anlayışlarını içerdiği dikkat çekmektedir. Özellikle Ehl-i Kıble’nin tekfir edilip edilmeyeceği meselesi, İslam mezhepleri arasında önemli bir tartışma konusu olmuş, bu bağlamda ulema farklı zamanlarda ve farklı şartlara göre değişkenlik gösteren fetvalar kaleme almıştır. Bu durum, mezhepler arası ilişkilerde sadece teorik kaynakların değil, aynı zamanda fetva literatürünün de belirleyici bir rol oynadığını göstermektedir. Nitekim imamet ve sahabenin fazileti konuları, yalnızca kelâmî ve itikâdî bir tartışma olmaktan öte, dönemin siyasi konjonktürüne göre şekillenmiş, fetvalar aracılığıyla mezhepsel kimliklerin inşasında etkin bir unsur olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, fıkıh metinlerinin İslam Mezhepleri Tarihi açısından yalnızca bir hukuk kaynağı olarak değil, aynı zamanda mezheplerin birbirleriyle olan ilişkilerini anlamaya yönelik bir referans olarak değerlendirilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Makalede ayrıca, Osmanlı Devleti’nin Sünnî dünyadaki merkezi konumu ele alınmaktadır. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin askerî ve siyasi olarak zayıflamasına rağmen, hilafet makamı hâlâ Sünnî Müslümanlar için bir otorite kaynağıdır. Hint ulemasının, Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin kabrinin bulunduğu Bağdat’tan fetva istemesi, Osmanlı’nın Hanefîlik ve Sünnîlik bağlamında bir referans noktası olarak görüldüğünü göstermektedir. Bu durum, Osmanlı’nın sadece siyasi değil, aynı zamanda dinî otoritesinin de XIX. yüzyılda devam ettiğini ortaya koymaktadır. Osmanlı Devleti, hem Sünnî İslam dünyasında bir merkez olarak algılanmaya devam etmiş hem de mezhepsel çatışmaların çözümü noktasında başvurulan bir merci olmuştur. Bu bağlamda, Lahor’daki Sünnî ulemanın Bağdat’a müracaat ederek sahabe hakkındaki tartışmalar için bir fetva talep etmesi, Osmanlı’nın mezhepler arası dengeyi sağlama noktasındaki tarihî rolünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Osmanlı’nın fıkhî otoritesinin Hint alt kıtasına kadar uzanması, devletin yalnızca kendi coğrafyasında değil, geniş bir Sünnî dünya perspektifinde etkin bir aktör olarak görüldüğünü göstermektedir. Bu bağlamda çalışma, el-Bendenîcî’nin hayatı, eserini kaleme alış nedenleri ve risalenin içeriğini betimleyici yöntemle ele almaktadır. Müellifin görüşleri hem kendi düşünsel bağlamı içinde hem de dönemin siyasi ve dinî atmosferi çerçevesinde analiz edilmiştir. Çalışma, Sünnî-Şiî tartışmalarında sahabe fazileti meselesinin nasıl ele alındığını ortaya koyarken, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin Sünnî dünyadaki etkisini ve fetva literatürünün mezhepsel tartışmalardaki önemini gözler önüne sermektedir.
İslam Mezhepleri Tarihi Bendenici Ehl-i Sünnet Şia Sahabe Reddiye
The debates over the caliphate that emerged after the passing of the Prophet Muhammad played a decisive role in the formation of Islamic sects and became one of the fundamental issues in the Sunni-Shi‘a divide. These discussions particularly intensified in the context of ‘Ali being the last of the Rashidun Caliphs, and differing views on his superiority significantly contributed to sectarian divisions. While Shi‘a thought regards ‘Ali as superior to all other Companions, it has also developed criticisms directed at the Companions within this framework. Sunni scholars, on the other hand, have defended the virtues of the Companions and authored various refutations against Shi‘a claims. This study focuses on Abu’l-Huda Safa’uddin al-Bandanjī’s treatise Risāla fī Bayān Faḍā’il al-Ṣaḥāba wa Radd al-Shī‘a, analyzing Sunni perspectives on the excellence of the Companions and the responses developed against Shi‘a discourse. The treatise was written in response to a group in Lahore that used derogatory language against the Companions, prompting Sunni scholars to seek a fatwa from Baghdad, which was under Ottoman rule at the time. Despite the political decline of the Ottoman Empire in the nineteenth century, the fact that Sunni scholars in India sought a fatwa from Baghdad reaffirms the continuing recognition of the Ottomans as an authoritative entity in the Sunni Islamic world. The treatise presents evidence in favor of the virtues of the Companions, critiques Shi‘a claims, and emphasizes that accusations against the Companions are inconsistent with Islamic principles. The author argues that the Companions played a central role in the spread of Islam and that their integrity should not be questioned. Shi‘a discourse is rejected as being contrary to Sunni tradition, and it is asserted that such claims only deepen sectarian divisions. Additionally, this study highlights the significance of fatwa literature in the context of the history of Islamic sects. While comparative discussions on imamate and the virtues of the Companions are generally examined within the frameworks of creed (‘aqā’id), theology (kalām), and sectarian literature (firāq), it is also evident that these issues occupy a significant place in fatwa and jurisprudential texts. Al-Bandanjī’s refutation reflects the changing nature of fatwas in accordance with the political and religious conditions of the time, encompassing views on excommunication (takfīr), declaring someone to be in error (taḍlīl), and dissociation (tabarrī). In particular, the question of whether adherents of the qibla (Muslims) could be declared non-believers has been a major point of contention among Islamic sects, with scholars issuing fatwas that varied according to different historical contexts and circumstances. This demonstrates that inter-sectarian relations are shaped not only by theoretical sources but also by fatwa literature, which plays a decisive role. Indeed, the issues of imamate and the virtues of the Companions are not merely theological and doctrinal debates; rather, they have been shaped by the political conditions of their respective periods, with fatwas serving as an active instrument in the construction of sectarian identities. In this regard, it becomes essential to view jurisprudential texts not only as legal sources but also as references for understanding the dynamics of sectarian interactions in Islamic history. The study further examines the central role of the Ottoman Empire in the Sunni world. Despite its military and political decline in the nineteenth century, the caliphate remained a source of authority for Sunni Muslims. The fact that scholars in India sought a fatwa from Baghdad, where the tomb of Abu Hanifa, the founder of the Hanafi school, is located, demonstrates that the Ottoman Empire continued to be regarded as a reference point in both Hanafi jurisprudence and Sunni Islam. This underscores that the Ottomans maintained not only their political influence but also their religious authority during this period. The Ottoman Empire continued to be perceived as a central figure in the Sunni Islamic world and as an arbiter in resolving sectarian conflicts. In this context, the request by Sunni scholars in Lahore for a fatwa from Baghdad regarding the status of the Companions once again highlights the historical role of the Ottomans in maintaining sectarian balance. The extension of Ottoman jurisprudential authority to the Indian subcontinent illustrates that the empire was recognized as an influential actor not only within its own territories but also across the broader Sunni world. Accordingly, this study adopts a descriptive approach to examine al-Bandanjī’s life, the reasons for writing his treatise, and its content. The author’s views are analyzed both within their intellectual context and in relation to the political and religious atmosphere of the time.
History od Islamic Sects Bandaniji Ahl al Sunnah Shia Sahaba Refutation
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İslam Mezhepleri |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 26 Haziran 2025 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2025 |
Gönderilme Tarihi | 6 Ocak 2025 |
Kabul Tarihi | 25 Mart 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Sayı: 25 |
Amasya İlahiyat Dergisi-Amasya Theology Journal ile lisanslanmıştır.