Mevcut dünya algımız geçmiş deneyimlerimizle sıkı
bir bağlantı içindedir ve bellek bugünkü yaşantımızı şekillendirmede etkileyici
bir güçtür. Yaşanmış, yaşanmakta ve yaşanacak olanın anlamlandırılması
önemlidir. Bellek, kimliğin tamamlayıcısıdır. Bellek kavramı ile belgesel
sinema iç içe geçmiş kavramlardır. Bellek bir deneyimin bilinç düzeyine
çıkışını temsil ederken, belgesel sinema bu konuda belleğe yardımcı olmaktadır.
Toplumsal ilişkiler içinde ‘ötekiler’ nedeniyle sürekli yeniden kurulan kimlik,
sinema sanatıyla sürgün/göç olgusu arasında yakından bir bağ da
oluşturmaktadır. Bir metafor ya da bir kavram olarak sürgün figürüne ait
yaşanan ‘kayıp’ daima bir bellek kaybı sorununu
da içerir. Zaman geçer ve belleğimiz bize, olup bitenler hakkında sadece
belirsiz bir fikir verebilir. Anıların yeniden canlandırılmasıyla, tanıdık
olanla tekinsiz olan arasında yaşanan deneyim, ruhsal olan ile sosyal olan
arasındaki bağı kurmanın olanaklarını sunar. Kuşaklararası
bir aktarım aracı olan bellek ve dolayımlı güncel ritüeli olarak sinemanın
izini sürenler; işte bu yolculukta, sürgünün/yokluğun/kaybın deneyimi ile
karşılaşırlar. Bir ‘düşgücü fabrikası’ olarak sinema ve bellek temalarını ele
alan çeşitli görüşleri Winnicott’yen bir bütünleştiricilik ekseninde ele alan bu
tartışma ve çalışmada; bellek, görsellik ile zaman ve mekandan ‘sürgün’
edilenin belgelenmesi meselesinin temel dinamikleri incelenmiştir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2018 |
Gönderilme Tarihi | 21 Haziran 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 |
Asya Studies dergisinde yer alan eserler Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.