Müslüman olmayıp belirli şartlar çerçevesinde İslâm devletinin hâkimiyetinde yaşayan insanlara “gayrimüslim” denilmektedir. Hz. Peygamber Medine’ye hicretiyle beraber gayrimüslim toplumla karşılaşmış ve bunlarla ilgili duruşunu “Medine Sözleşmesi” ile net bir şekilde ortaya koymuştur. Sahabe dönemi ile başlayan yoğun fetih hareketleri sonucunda gayrimüslimler İslâm devletinin tebaası olmuştur. Bunlarla ilgili hukukî düzenlemeler gerçekleştirilerek devlet nezdindeki ve toplum içerisindeki statüleri belirlenmiştir. İslâm inancını kabul etmeye zorlanmayan bu insanlara inanç ve ibadet hürriyeti de tanınmıştır. Bununla birlikte bu hürriyetin çerçevesi, İslâm devleti ve Müslüman toplumun maslahatı ile sınırlandırılarak toplumsal güven ve huzur temin edilmiş, bir arada yaşamanın temel parametreleri tesis edilmeye çalışılmıştır. İslâm devletleri, sulh ile alınan yerler ile savaş sonucunda alınan yerlerdeki gayrimüslim mâbetlerini farklı değerlendirmiştir. Sulh ile alınan yerlerde, mâbetlerin yıkılması veya camiye çevrilmesi hususunda gayrimüslim halkın rızası alınırken; savaş ile alınan yerlerde bulunan mâbetler üzerindeki tasarruflarda böyle bir rızaya ihtiyaç duyulmamıştır. İlkesel olarak gayrimüslimlerin fetih öncesi inşâ edilmiş olan mâbetlerine dokunmama ve onları tamir etmeme prensibi hemen hemen bütün dönemlerde korunmuş, yeni mâbet inşâ edilmesine de olumlu bakılmamıştır. İlkesel olarak din ve vicdan hürriyeti kapsamında gayrimüslimler inançlarında serbest bırakılmış ve Müslüman olmaya zorlanmamışlardır. Ancak Müslüman toplumun dinini muhafaza edebilmesi için gayrimüslimlerin din, kültür ve geleneklerini ulu orta yaşamalarına izin verilmediği gibi; mâbetleri hususunda da kısıtlamalar getirilmiştir. Bu bağlamda bazı kiliselerin yıkılması ve mevcut mâbet sayısının azaltılması gibi bir dizi önlem alınmıştır. Buna rağmen zarurî ihtiyaç halinde yeni mâbet inşâsına izin verildiği de olmuştur. Bu durumda mâbetlerin ihtişamlı inşâ edilmesine izin verilmemiş, mimaride bazı ölçülere riâyet etmeleri şart koşulmuştur. Bu çalışmada Hz. Peygamber döneminden başlamak üzere İslâm hukuk tarihinin farklı dönemlerinden bazı uygulama örnekleriyle İslâm devletlerinin gayrimüslimlerin ibadethânelerine yönelik yürüttüğü politikaların dinî mi yoksa siyasî mi olduğu sorusuna cevap aranacaktır. Bu bağlamda İslâm devletinde “zimmî” olarak tanımlanan bu insanların genel hukukî statülerinden ziyade bunlara ait mâbetlerin durumu bu çalışmamızın temelini oluşturmaktadır. Çalışmamız Hıristiyan ve Yahudilere ait mâbetler ile sınırlı tutulmuştur.
People who are not Muslims but live under the rule of the Islamic state under certain conditions are called "non-Muslim". With the Prophet’s migration to Madinah, he encountered a non-Muslim community and clearly demonstrated his stance on them with the "Madinah Convention". As a result of the intense conquest movements that started with the Companions period, non-Muslim people became the citizen of the Islamic state. Legal arrangements have been made regarding these, and their status before the state and within the society has been determined. These people, who were not forced to accept the Islamic faith, were also given the freedom of belief and worship. However, by limiting the framework of this freedom to the interests of the Islamic state and Muslim society, social security and peace were ensured, and the basic parameters of coexistence were tried to be established. Islamic states have evaluated the non-Muslim temples in the places taken by peace and the places taken as a result of war. While obtaining the consent of the non-Muslim people for the demolition of the temples or the conversion of them into mosques in the places taken by peace; In the dispositions on the temples located in the places taken by the war, they were treated more freely. In principle, the principle of not touching or repairing the temples of non-Muslims built before the conquest was preserved in almost all periods, and the construction of new temples was not viewed positively. Yes, as a requirement of religion, non-Muslims were freed in their beliefs and were not forced to become Muslims, taking into account the freedom of religion and conscience. However, in order for the Muslim community to preserve its religion, non-Muslims are not allowed to live their religion, culture and traditions in front of the public; Restrictions have also been imposed on their temples. In this context, a series of measures were taken, such as the demolition of some churches and the reduction of the number of existing temples. Despite this, it was also allowed to build new temples in case of necessity. In this case, the magnificent construction of the temples was not allowed, and they were required to comply with some criteria in architecture. In this study, starting from the time of the Prophet, an answer will be sought to the question of whether the policies carried out by the Islamic states towards the places of worship of non-Muslims are religious or political, with some examples of practice from different periods of the history of Islamic law. In this context, the status of the temples belonging to these people, who are defined as "dhimmis" in the Islamic state, rather than their general legal status, forms the basis of our study. Our study has been limited to Christian and Jewish temples.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din, Toplum ve Kültür Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 30 Haziran 2022 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2022 |
Gönderilme Tarihi | 27 Nisan 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Sayı: 7 |
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.