Olayın bu niteliği, içinde gerçekleştiği konjonktürün özellikleriyle bütünleşince meselenin toplumsal hayatın genel gidişindeki bir aksamanın “semptomu” olarak kodlanmasıyla sonuçlandı. Ulusal ve uluslararası kamuoyunun dikkati, bir çırpıda derin bir toplumsal kriz tartışmasının üzerinde odaklandı. Tartışma süreci, hemen popüler veya profesyonel merakların kışkırttığı değişik ilgileri karşılayan farklı düzeylerdeki bilgilerin ve yorumların dolaşıma sokulduğu bir forum niteliğini aldı. Köşe yazarları, uzmanlar, sivil toplum örgütleri temsilcileri ve akademisyenlerden oluşan geniş bir topluluk, farklı ve bazen de birbiriyle çelişkili teşhisler koyan uzmanların semptomu kanaatlerini doğrulanmak için kullanmasında olduğu gibi, çok farklı iddialar ileri sürmek için bu olguyu ele almaya başladı. Bu ilginç olayın kendisinden önce, entelektüel alanda nasıl temsil edildiğini ele alarak değerlendirmeye başlamayı, aynı semptomun farklı düşünsel çerçeveler içinde nasıl değişik anlamlar kazandığını göstereceğinden daha yararlı buluyorum. Bir semptomun ne olduğundan önce nasıl sorunlaştırıldığına bakmak, farklı bilme biçimleri devreye sokulduğunda en büyük, en trajik toplumsal olayların siyasal alanda mevzilenmiş güçlerin stratejilerine eklemlenen bir öğe olarak nasıl işlev gördüğünü anlamayı kolaylaştıracaktır. Her semptom, bağlantılı olduğu sorunla bir dizi karmaşık bağlantı içinde ele alınabilir. Semptomun sorunu doğrudan yansıttığı kabul edilebileceği gibi, onu bastırdığı, çarpıttığı veya görünmez kıldığı iddiasıyla da meseleye yaklaşılabilir. Bilge köyü olayında, konuyu ele alan yaklaşımlar, ileri sürdükleri iddiaları ispatlamak amacıyla bir semptom etrafında geliştirilebilecek söz konusu akıl yürütme tarzlarının neredeyse tamamını kullandılar. Geliştirilen çözüm önerileri ve önerilen siyasi perspektifler de bu çerçevede bir şekil kazandı. İlk elden, olaya dâhil olan aktörlerin motivasyonunu açıklamak üzere, husumet, kaçakçılık, kız meselesi, töre, kan davası gibi bir dizi iddia ileri sürülerek tartışmaya başlandı. Önemli devlet yetkilileri, bazı akademisyenler, ömrünü toplumsal gelişmeye ve çağdaşlığın derinleştirilmesine adamış bazı entelektüeller ve aktivistler, bu Türkiye’deki modernist söylemin geleneksel repertuarından alınan “geri kalmışlık”, “cehalet”, “ilkellik”, “gayrimedenilik” gibi kavramlar çerçevesinde olayı sorunlaştırarak tartışmaya dâhil oldular. Eğitim, cezaların sertleştirilmesi, toplumsal ve ekonomik kalkınma desteğiyle bölgedeki geri toplumsal ilişkilerin tasfiyesini çözüm olarak öneren bazı söylemler de, alışıldık olduğu üzere bu yaklaşıma eşlik ediyordu. Ancak siyasal alanın yüksek düzeyde seyyaliyet kazanmış olması ve Kürt sorunun çözümünün güçlü politik aktörlerin kısa vadeli siyasi söylemlerinin parçası haline gelmesi yüzünden olsa gerek, mesele nispeten “teknik” sayılabilecek bu geleneksel söylemsel uzamının dışına taştı ve tabiri caizse
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Ocak 2010 |
Gönderilme Tarihi | 31 Temmuz 2014 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2010 Cilt: 65 Sayı: 01 |