NATO, Avrupa’nın ekonomik, siyasal ve askeri sacayaklı kurumsal bütünleşmesini oluşturmuştur. Bu ‘yapı’ yıllar içerisinde ‘dikey ağırlıklı’ niteliklerine eklenecek olan yatay prosesler eşliğinde karmaşık bir networke dönüşecek, bir süre sonra ise nebülöz halini alacaktır. Bu ‘yeni Avrupa’, bütünleşme perspektifinin genişliği ve derinliği itibariyle geleneksel Avrupa kamu hukukunu da ayrı bir veçheye yerleştirecek, farklı bir geometriye kaynaklık ederek tarihte eşi benzeri bulunmayan idari ve siyasi yapılar ‘konfederasyonuna’ ve ‘federasyonuna’ dönüşecektir. Bu nebülözün en önemli bileşenlerini ise inanılması güç dönüşümlere kaynaklık eden uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası ceza hukuku oluşturmuştur. Yakından incelendiğinde bu alanların geleneksel siyaset kuramının hareket ettiği zeminde çok ciddi oyuklar açtığı görülecektir. Söz konusu gelişmeye paralel olarak devletlerin iç hukuk sorunu olarak görülen, anayasal bir çerçeveye hapsedilen ve her türlü temel hak ihlalini devlet dışı evrende görünmez kılan geleneksel insan hakları öğretisi, ‘uluslararası’ bir nitelik kazanarak ihlallerin daha geniş ölçekler nezdinde izlenmesini- gözlenmesini sağlamıştır. Yargısal kurumların tümünün -ister ulusal ister değil- muhatabı olduğu güç dengeleri, iktidar biçimleri ve egemenlik sınırları içerisinde değerlendirilmeleri gerektiği ve bu anlamda mutlak bir bağımsızlık ya da özerklikten bahsedilemeyeceği gerçeği saklı tutulursa, bu iki hukuk alanının dönüşümde oynadığı payın göz ardı edilemeyecek düzeyde olduğu görülecektir. Bu alanların gelişimiyle doğru orantılı bireyin ulus-aşan ‘süje’liği, geleneksel Avrupa kamu hukukunun devleti tek ve mutlak süje sayan devletlerarası hukukunun (uluslararası hukuk) sınırlarını ve özne/nesne algısını da köklü bir biçimde değiştirmiştir. Hem siyasetin hem de hukukun önkabullerini sarsıp yenileyen, hukuku toplumsal mücadele alanının daha içrek bir parçası haline getiren ve aynı zamanda hukukun kamusal ve demokratik içeriğine yeni bir boyut kazandıran söz konusu alanlar, siyasal birliğin ve dışlamanın temel belirleyeni olan devletten topluma doğru genişleyerek kurulan hiyerarşik siyasal ve kamusal zeminin daha demokratik hale gelebilmesine önayak olmuşlardır. Bu noktada şunu belirtmek gerekir ki elbette bu süreç lineer, toplumsal mücadeleler alanından bağımsız bir fanusta işlememiştir. Bu nedenle toplumsal alana dair her türlü çelişkinin, iktidar networkleri-odaklı etkinliklerin, uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası ceza hukuku alanlarına sirayet etmesi neredeyse kaçınılmazdır. Ancak ne olursa olun ulus- aşan insan hakları hukuku öğretisi ve pratiği, kurucu iktidara gereksinim duymaksızın demokrasiyi prosedürel bir işleyişe indirgeyen, böylelikle hukukun kaynağı olan toplumsal güç dengelerini gizleme işlevi gören anlayışın deşifrasyonuna, hak ihlaline uğrayan bireylerin devletin çizmiş olduğu mutlak
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Ocak 2010 |
Gönderilme Tarihi | 31 Temmuz 2014 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2010 Cilt: 65 Sayı: 01 |