Şehirleri dirençli kılan en temel özellik, kuruluşlarından itibaren süreç içerisinde geliştirdikleri onlara karakteristik kimlik kazandıran tarihsel-kültürel-doğal ve estetik değerlerini sürdürebilme kapasiteleridir. Direnç kavramı çevre bilimlerinde Holling tarafından ilk kez 1973 yılında kullanılmış olup direnç, “bozulmadan önceki kendisini oluşturan elementler arası ilişkiyi kaybetmeksizin bozulma ve değişimi karşılama kabiliyeti” olarak tanımlanmıştır. Hızlı nüfus artışı, nüfus artışının dünya kültürel ve doğal kaynakları üzerindeki baskısı, insan kültür ve uygarlığının doğal bitki örtüsü ve canlı sistemini yok etmesi, iktisadi büyüme ve sanayileşmenin doğa, iklim ve tarihi yapılar üzerindeki olumsuz etkileri şehirlerin dirençlerini kırmakta, gelecek nesillere aktarılması oldukça önemli olan, farklı kültürlere ve uygarlıklara ev sahipliği yapmış, geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi gören tarihi yapıların yok olmasına neden olmaktadır.
Günümüzde dirençli şehirlerin oluşumunda önemli bir etken olarak düşünülen mimari yapılar, yenilenen tasarım ve planlama kriterlerine göre küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi etkenler karşısında daha dirençli hale getirilmeye çalışılmaktadır. Ancak yeni binaları dirençli hale getirmek için sarf edilen enerjinin ve karbon salınımının çok yüksek olması ister istemez küresel ısınmanın katlanarak artmasına neden olmaktadır.
Bu bağlamda, bu makale kapsamında tarihi yapıların yeniden işlevlendirilmek suretiyle kullanılma açılmasının dirençli şehir oluşumuna etkisi araştırılmaktadır. Manisa Kurşunlu Han örneklemi üzerinden işlevsiz bırakılarak terk edilen tarihi yapıların yeniden işlevlendirilerek kullanıma açılması dirençli şehir bağlamında irdelenmiştir.
Dirençlilik Dirençli Şehir Mimari Dirençlilik Yeniden İşlevlendirme Manisa Kurşunlu Han
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Çevre ve Kültür |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 12 Ağustos 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Cilt: 1 Sayı: 2 |