Bu araştırma Mâtürîdîlerin iman alanındaki temel görüş ve kabullerine dayanarak, bu anlayışın imanı örtülü, kapalı bir temelde ele almaya imkân verip vermediğini tartışmaktadır. İmanı akledilebilenlerin en güzel ve değerlisi olarak gören Mâtürîdîler, Allah’a inanmayı aklî bir gereklilik kabul ederler. Onlar açısından sorumluluğun temel şartı akıldır ve imanın hakikati de ancak düşünme ve akıl yürütme yoluyla bilinebilir. Mâtürîdîlere göre iman, özü itibarıyla kalbin tasdikinden ibarettir ve öncelikli olarak o, bir kalp işidir. Bilgiye dayanması nedeniyle tasdik, önemli bir açıklık ve kesinlik unsurudur. Bununla birlikte Mâtürîdîlerin imanı kalbin tasdiki olarak tanımlamaları ve onu tek başına yeterli görmeleri, imanı bir yönüyle açık ve şeffaf hale getirse de özellikle insana bakan yönü itibarıyla kapalı bir alan kalmaktadır. Mâtürîdîler de bunun farkındadırlar, Allah’a ve ahirete bakan yönüyle tek başına kalbin tasdikini yeterli görseler de dünyaya ve insana bakan yönüyle oluşan kapalılığın üste-sinden gelmek adına, dil ile ikrarın da imana eşlik etmesini gerekli görürler. Mâtürîdîlerin çoğunluğu imanın dünyaya ve insana bakan yönü itibarıyla tasdi-ki öncelerler ve ikrarı da önemserler. Onlara göre iman, dünya ve ahiret açısından, en açık tanımına da “kalp ile tasdik ve dil ile ikrar” olarak erişmiş oluyor ki, böyle bir anlayış bir kapalılık ihtiva etmez ve herhangi bir kapalılık durumunu da reddeder.
Özet: Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Ehl-i Sünnet’in iki ana damarından birini temsil eden, Hanefî-Mâtürîdî geleneğin önemli düşünürlerinden biridir. Ebû Hanîfe’nin görüşlerini açıklama ve sistematik hale getirmesinin yanında o, hem ele aldığı konular hem de takip ettiği metodoloji açısından orijinaldir. Hanefî-Mâtürîdî geleneğin iman anlayışı, günümüz dünyasının gizli, kapalı (takiyyeci) iman anlayışlarına önemli bir cevap olma özelliği taşır. Onların iman davranış ilişkisi konusundaki söylemleri de günümüzün dışlayıcı iman anlayışlarına anlamlı bir cevaptır.
Mâtürîdî düşüncesinde iman, Allah katından geldiği kesin olarak bilinen şeylerin anlaşılması, kabulü ve tasdik edilmesi olarak görülür. Mâtürîdîlere göre açıklık ve kesinlik, imanda önemli unsurlardır. Aynı açıklık ve kesinliğin, bireylerin iman anlayışlarına da yansıması gerekir. Bir müminin imanı, olabildiğince kesin, olabildiğince açık ve şeffaf olmalıdır. İmanı akli bir zorunluluk olarak Mâtürîdî’ye göre varlıkların güzelliğini aklî olarak bilmek mümkün olduğu gibi, benzer şekilde imanın güzelliğini de aklen bilebilmek mümkündür. Bu araştırma Mâtürîdîlerin iman alanındaki temel görüş ve kabullerine dayanarak, bu anlayışın imanı örtülü, kapalı bir temelde ele almaya imkân verip vermediğini tartışmaktadır. İmanı akledilebilenlerin en güzel ve değerlisi olarak gören Mâtürîdîler, Allah’a inanmayı aklî bir gereklilik kabul ederler. Onlar açısından sorumluluğun temel şartı akıldır ve imanın hakikati de ancak düşünme ve akıl yürütme yoluyla bilinebilir. Mâtürîdîlere göre iman, özü itibarıyla kalbin tasdikinden ibarettir ve öncelikli olarak o, bir kalp işidir. Bilgiye dayanması nedeniyle tasdik, önemli bir açıklık ve kesinlik unsurudur. Mâtürîdî’ye göre imanın kararlı ve ayrılmaz ögesi, tasdiktir. Tasdikin pek çok türü mevcuttur. Bununla birlikte Mâtürîdîlere göre imanın en kararlı ve önemli unsuru, kalbin tasdikidir. Kalbin tasdikine dayanmayan bir iman, Allah katında geçerli olmadığı gibi ahirette de kurtarıcı bir iman değildir.
İmanın kalbin tasdiki olarak tanımlanması önemlidir. Mâtürîdîler açısından tasdik, bilgiye dayanır ve bu nedenle de kesinlik ve kararlılık ifade eder. Başka bir deyişle o, inanılması gereken şeylerin kesin bir bilgisi ve onayıdır. Mâtürîdîlere göre açıklık ve kesinlik iman söz konusu olduğunda hayatîdir ve bu nedenden dolayı da kalbin tasdikine güçlü vurgu yaparlar. Bu nedenle iman, en güçlü, en kesin ve açık anlamını kalbî tasdikte bulur ve öncelikli olarak bir kalp işidir. Mâtürîdî’ye göre iman bir inanç meseledir; inanç ise ancak kalp ile olur. Bu nedenle de imanı kalbin tasdiki olarak tanımlamak aklî bir gerekliliktir. İmanın kalbin tasdikine dayanması anlamında, birey ile Allah arasındaki ilişki açıktır ve kuşku barındırmaz. Mâtürîdîlere göre tek başına kalbin tasdiki yeterlidir. Kalbin tasdikine dayanan böyle bir iman, geçerli imandır ve daha çok ahiret hayatına yöneliktir. Ancak onun insana ve dünyaya bakan yönü kapalı ve belirsiz kalmaktadır. Böyle bir inancı insanların bilebilmesi mümkün değir, zira kalpteki imanın varlığı onlar açısından kapalıdır. Yalnızca kalpte olan bir imanı yalnızca Allah bilebilir. Bir mümin için kalbin tutumu tek başına yeterli ve tasdikin diğer boyutları da gerekli değilse, o zaman iman bireysel ve kişiye özgü kalmaktadır. Bunu bir çeşit kapalı (insana açık olmaya) iman türü olarak görmek mümkündür. Bu durum ise tasdikin ihtiva ettiği açıklık ve kesinlik boyutuyla çelişir.
Bununla birlikte Mâtürîdîler de imanın yalnızca kalp ile tasdik ve ahirete bakan yönüyle tanımlandığında ortaya çıkan bu riskin farkındadırlar. Ancak şu acıktır ki, onlar imanın yalnızca kalbin tasdiki olarak açıklanmasını, ahirete dönük ve teknik anlamda bir doğrulama türü olarak görürler. Mâtürîdîlerin büyük çoğunluğu, imanın insana bakan yönünü de hesaba katarlar ve bu açıdan onlar, imana kalbin tasdiki kadar dilin ikrarının da eşlik etmesi gerektiğini düşünürler. Bu durumda imanın en açık ve en şeffaf anlamına, kalb ile tasdik ve dil ile ikrar olarak tanımlandığında kavuştuğunu söylemek mümkün olacaktır. Mâtürîdîlere göre iman hem ahiret hem de dünya hayatı açısından en açık ve en kesin anlamına “kalb ile tasdik ve dil ile ikrar” olarak tanımlandığında erişir. Böyle bir anlaşım bir kapalılık barındırmaz ve herhangi bir kapalılık durumunu da reddeder. Diyebiliriz ki, Mâtürîdî düşünürler, imanın dünya hayatına bakan yönünü dikkate aldıklarında, kalbin tasdikinin ötesinde, imanın diğer boyutlarını da hesaba katarlar ve iman anlayışlarını bu açıdan inşa ederler. Kalbin tasdiki, dil ve davranış vasıtasıyla nesnel alana taşınır ve gözlemlenebilir duruma gelir. Diğer taraftan Mâtürîdîler, kalp ile tasdike dayanmayan salt bir dil ile ikrarı, imanın geçersiz bir biçimi olan nifaka özdeş görürler. Böyle bir iman Allah katında da ahiret hayatı açısından da geçerli bir iman değildir.
This research is based on the basic views and assumptions of the Māturīdīs in the field of faith, and discusses whether this understanding allows the belief that faith can be handled on an implicit, closed basis. The Māturīdīs, who regard the belief as the most beautiful and valuable of those that can be reasoned, regard it as a rational necessity to believe in Allah. For them, the basic condition of responsibility is reason, and the truth of faith can only be known through thinking and reasoning. According to the Māturīdīs, faith is essentially the affirmation of the heart, and primarily it is a heart work. Con-vinction due to knowledge is an important element of its clarity and precision. Nevertheless, while the Māturīdīs define the faith as the attitude of the heart and make it enough to make it clear and transparent, it remains a closed space, especially in terms of human beings. The Māturīdîs are aware of that and they accepted that is necessary to be accompanied by affirmaition of language in order to come to the top of closure which is directed towards man and world.The great majority of the Māturīdīs prioritize the heart-affirmation and heed the affirmation of language. According to them, faith is reached in terms of the world and the hereafter, to the clearest definition as "affirmation with the heart and affirmation with tongue" that such an understanding does not include a closure and rejects any kind of closure.
Summary: Abū Manṣūr al-Māturīdī is one of the important thinkers of Ḥanafī-Māturidī tradition, which represents one of the two main veins of the Ahl al-Sunna. In addition to interpreting and systematizing the views of Abū Ḥanīfa, he is also unique in terms of the subjects he deals with and the methodology he pursues. The understanding of faith in the Ḥanafī-Māturidī tradition is an important answer to the hidden, tactical (taqiyya) belief-definitions of today's world. Their rhetoric about the relation of behavior with faith is significant answer to exclusionist faith understanding of the present world.
According to the Māturidī thought, faith is seen as the understanding, acceptance, and affirmation of certain things that come from God. Certainty and openness are an important element in faith according to the Mâturidîs. The same certainty and openness must also be reflected in the belief of the individuals as well. The faith of the believer should be as firm, clear and transparent as possible. According to Māturidī, who regards faith as a mental necessity, it is also possible to know the beauty of the beings through intellect, as well as knowing the beauty of faith in the same way. This paper is based on the basic views and assumptions of the Māturīdīs in the field of faith, and discusses whether this understanding allows the belief that faith can be handled on an implicit, closed basis. The Māturīdīs, who regard the belief as the most beautiful and valuable of those that can be reasoned, regard it as a rational necessity to believe in Allah. For them, the basic condition of responsibility is reason, and the truth of faith can only be known through thinking and reasoning. According to the Māturīdīs, faith is essentially the confirmation of the heart, and primarily it is a heart-work. Confirmation due to knowledge is an important element of its clarity and precision. According to Māturidī, the decisive and indispensable element of faith is attested (taṣdīq). There are many types of affirmation; however, the most important and decisive factor for them is the confirmation of the heart. A faith that is not based on the affirmation of the heart is not valid in the presence of God and can not be a savior in the Hereafter.
It is important to define faith as a conviction in the heart. According to them, taṣdīq is based on knowledge, for this reason it expresses certainty and determination. In other words, it is a definite knowledge and a clear acknowledgment of the things to be believed. Since clarity and precision are crucial in faith for Māturidīs, they strongly emphasize the affirmation with the heart. Faith therefore finds the strongest, definite and clear statement in the affirmation with heart, and is primarily a heart work. According to Māturidī, faith is a matter of belief; belief is only with the heart. For this reason it is a mental necessity to define faith as a affirmation by heart. In a sense of faith based on the attestation of the heart, the relationship between the individual and God is clear and no doubt. According to Māturidīs, taṣdīq by heart alone is enough. Such faith is a technically valid-faith and is turned into the hereafter. But its direction towards the world and man is closed, uncertain. It is not possible for people to know such a belief, because the presence of faith in the heart is closed for them. Only God knows the truth of such a faith. For a believer, if only the attitude of the heart is sufficient and other dimensions of attestation are not necessary, then this faith is individual and personal. In Fact, it is possible to see this as a kind of closed-faith. And this contrasts with the clarity and certainty of the taṣdīq.
However, the Māturidīs are aware of this riot that arises when faith is defined only in the direction of the hereafter and with taṣdīq of the heart. It is clear, however, that they treat the issue of understanding faith as only with taṣdīq of the heart as an affirmation in terms of technique and afterlife. The great majority of the Māturidīs consider the faith in the context of the human being, and in this respect they think that the faith must be accompanied by confirmation of the heart along with the confirmation of tongue. It is then possible to say that the clearest and most transparent expression of faith is found when it is defined as convinction in the heart and confirmation with tongue. According to them, faith is reached in terms of the world and the hereafter, to the clearest definition as "convinction in the heart and confirmation with tongue" that such an understanding does not include a closure and rejects any kind of closure.
When Māturidī thinkers take into account the direction of the world's life, we can say that beyond the convinction in the heart, they account for other dimensions of faith and that they construe their understanding of faith in from this point. The convinction in the heart is moved to the objective space and become observable by means of language or behavior. In such a conception of faith, there is more clarity than in the state of affirmation with the heart. On the other hand, the Māturidīs acknowledge that just verbal confession, which does’nt based on tasdīq in the heart, is identical to the hypocrisy (nifāq). Such faith is not valid in the presence of God, nor in the hereafter.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Haziran 2018 |
Gönderilme Tarihi | 13 Mart 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 22 Sayı: 1 |
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.