Aşk, tanımlanmasında güçlük çekilen bir kavramdır. Çünkü kavramsal olarak geniş bir alanı ihata
eder. Barındırdığı yorum ve taşıdığı anlam zenginliği, tanımlanmasını güçleştiren en önemli unsurların başında gelir. Aşkın ele alınmasının kökenleri antik Yunan’a dayanmakta ve aşk, felsefenin
neredeyse bütün problem alanlarında değerlendirilmiş, temel konularından biri olmuştur. Bu
disiplin konusu gereği evrenin yapısı, yaratılışı ve tüm varlıkların temeli gibi soruların sorulduğu ve
dünyanın varoluşu Tanrı’nın yaratıcı eylemiyle açıklandığı ya da Yaratıcı, yarattığı varlığın bütününü
ya da bir parçasını seven en yüce güç olarak düşünüldüğü zaman aşk, bir kavram olarak felsefeye
konu olmuş ve onun ayrılmaz bir parçası olmuştur. Antik Yunancada “arzu, aşk, sevgi, şiddetli istek”
anlamına gelen Eros, “Yunan söylencesinde ‘Aşk Tanrısı’na karşılık gelir. Bu kavram Yunan felsefesinde her türlü yaratılışın ana ilkesi ve evrensel bir güç olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan aşk,
kozmolojik ve ontolojik boyutuyla ele alındığında onun ilk tanrısal güç olması oldukça önemlidir.
Yunan felsefesinde birçok filozof, kozmik oluşumu Eros ile başlatmışlardır. Eros, kadim kozmogonilerde ortaya çıkan bir tür ilk fail olarak yorumlanmıştır. Yunan felsefesinde aşka mistik bir değer,
yorum getiren ilk filozof Platon’dur. Platon’nun tanrısal güzellik ve güzele doğru ruhun kanatlanması olgusunun kimi mistik ögeler barındıran aşk yorumunu miras alan Plotinus, bu mirası daha
ileri bir boyuta taşır ve onlar üzerinden büyük bir mistik yapı kurar. Plotinus’un felsefesi İslam dünyasına taşınırken daha çok Yeni Eflatunculuk olarak kabul görmüş, onun varlığın mutlak Bir’den
çıkıp bir sıra düzeni içinde evrenin oluşumunu ifade eden görüşü Müslüman filozoflar tarafından
sudur olarak benimsenmiş ve bu benimsenme ilahi aşkın oluşum sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Fetihlerden elde edilen ganimetlerle zenginleşen ve dünyevileşme olgusu ağır basan Müslüman toplumda çelişkilerle dolu bir toplumda bu lüks ve konfordan mahrum insanlar da ‘dünya
hayatı, zaten sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir” (Sûre 2: 185) ayeti gereğince dünyadan
uzaklaşıp zühd ve kanaate yöneldiler. Bu yöneliş, bir taraftan tasavvuf olgusunun oluşumunun
diğer taraftan da ilahi aşkın ortaya çıkışının alt yapısını oluşturacaktır. Abbasîler döneminde büyük
gelişme gösteren zahidane şiirlerin tematiğini oluşturan “اهلل ةُ افَ خَ مَ/Allah korkusu” zaman içerisinde
َّ ُةاهلل”
حبَ مُ/Allah sevgisi”ne evrilmiştir. Bunun ilk örneklerini de ilk zahidler vermiştir. İlk dönem zahidelerinden olan Râbi’a el-Adeviyye’nin (ö. 801) Allah sevgisini ilk kez dile getiren kişi olarak öne çıktığı
andan itibaren de Eros’tan Allah’a uzanan yolda ilahi aşkın yolculuğu da tamamlanmış olur.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Fars Dili, Edebiyatı ve Kültürü |
Bölüm | Makale |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 10 Ekim 2023 |
Gönderilme Tarihi | 29 Ağustos 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 2 Sayı: 19 |
Content of this journal is licensed under a Creative Commons Attribution NonCommercial 4.0 International License