Bir ülkenin yönetim biçimi ve yönetim felsefesi, tarihinden, kültüründen, inançlarından ve birikiminden kaynaklanır. Toplumlar ve sistemler paralel gelişir. Bulduğu ile iktifa eden toplumlar, neden? nasıl? niçin? suallerine cevap aramaz. Bu nedenle de yönetim sistemlerinde gelişmeyi, çağdaşlaşmayı gerçekleştiremez. Tarih felsefesi ve yönetim felsefesi olmadan sistem değişmez. 18 devlet kurmuş, aynı zamanda yıkmış büyük bir birikime sahip Türk toplumu, son asırlardaki tıkanıklıktan, çözümsüzlükten ve erozyondan müştekidir. İdari, siyasi ve ekonomik kültürel ağmazlar ve kargaşa; siyasi, ekonomik, idari rantlardan yararlananlar hariç, toplumun bütününü olağanüstü etkilemekte; umutsuzluk, yılgınlık, bezginlik, moral çöküntüsü salgın ve sarı hastalığa dönüşmektedir. İnsanımız vatan, millet Fatih Sultan Mehmet nutukları “En büyük Türkiye”, “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi iddialı sloganlarla bir yere varılamayacağını anlamıştır,. Böbürlenme — insanımızı artık tatmin
etmemektedir. Dışlanmışlık psikolojisi toplumu içine kapamakta bu durum globalleşen dünya ile entegrasyonu engellemektedir. Şaşkınlık içinde herkes kendine göre bir kurtuluş reçetesi aramaktadır. Bazen tek parti devrine dönüş, bazen de kaybedildiği iddia edilen değerleri yakalamak için biçimsel anlayışlara toplum takılıp kalmaktadır. Bu durum zihniyetler arası kemikleşmeye, gruplaşmaya ve çatışmaya dönüşmekte; iç ve dış düşman korkusu ve söylemini geçerli hale getirmektedir. Toplumsal hafıza zayıflamıştır. Geçmişinden ve çağından yabancılaşma söz konusudur.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Hukuk (Diğer) |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 1999 |
Gönderilme Tarihi | 7 Ekim 1999 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 1999 Cilt: 3 Sayı: 1 |
Bu Eser Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası (CC BY-NC 4.0) ile lisanslanmıştır.