Al-Fuqahāʾ al-sab’a
is a concept that used to refer to the seven famous scholars from Medina who
lived in the era of tābiūn (successors). Different opinions have been proposed
regarding who these seven faqihs are. However, this difference was only on the
seventh name and an consensus was reached on the other six names. Accordingly,
the six names accepted by the union; Saʿīd
b. al-Musayyab (d. 94/713), ‘Urwa b. al-Zubayr (d. 94/713),
Qāsim b. Muḥammad (d. 107/725), Kharija b. Zayd (d.
100/718), ʿUbaydallāh b. ʿAbdallāh (d. 98/716) and Sulaymān b. Yasār
(d. 107/725). For the seventh scholar, three
different names were mentioned: Abū Bakr b. ʿAbd al-Raḥmān (d. 94/713), Abū Salama
b. ʿAbd al-Raḥmān (d. 94/713) and Sālim
b. ʿAbdallāh (d. 106/725). In this
research, the seventh name, Abū Bakr b. ʿAbd al-Raḥmān, was acknowledged.
Because this is the adoption of Abū l-Zinād (d. 130/748) and the first traces of
the concept are found in his use.
The ‘amal
of Medinese (the judicial practice of Medinese), which is accepted as a
binding evidence for Mālikī sect and frequently referred by Mālikī, is used to
express the judicial practice and consensus of the people of Medina on a
religious issue. Imām Mālik’s compilation of the judicial practice of the
people of Medina and the follow-up of a method that takes into consideration
the judicial practice in his fatwas led to the concept rather being associated
with Imām Mālik. However, the ‘amal of Medinese is also used both as a concept
and method before him. Although it is possible to determine the tradition of
pointing to the consensus and common practices of the past from the first period,
after a certain period, especially from the second half of the first century,
in the era of tābiūn (Successors), of which al-fuqahāʾ
al-sab’a belonged, it can be said that this attitude
gained widespread popularity during that period.
Al-Fuqahāʾ al-sab’a,
which pioneered the conduct of the fiqh activities in Medina during the tābiūn
period, accepted the ‘amal of Medinese as a proof and made judgements based on
it using concept that points to the judicial practice. Saʿīd
b. al-Musayyab’s statement “ajma’a ahl al-Medina (consensus of
people of Medina reached)”, his meaning by the concept of “sunna” as views and
practices that are generally based on the Prophet (pbuh) but which are alos
later accepted, his knowledge of sunna maḍiya (the
well-established precedent) and the praises about him in this field; examples
that are shown in the ‘Urwa b. al-Zubayr and Qāsim b. Muḥammad as “al-amr (the practice)”, and the
phrases, that are used by almost all of them and reflect some kind of common
acceptance, like “people I lived in the same era”, “the people” indicate to the
‘amal of Medinese. It is quite difficult to determine exactly who al-fuqahāʾ al-sab’a caste
are by phrase “people I lived in the same era”. These statements may include
the whole of the people of Madina, as well as those who are either fuqahās or
scholars, or teachers who his opnion conveyed, or a much more limited group.
Similar concepts have also been used more systematically by Imām Mālik.
However, it was not determined exactly what he meant by these concepts and it
was the subject of discussion between the scholars.
Another issue that can be
evaluated within the scope of ‘amal of Medinese is the transfers made regarding
the practices of Caliph ʿUmar and acceptance of
these convenctions as a relatively powerful evidence. It was seen as a sign of
competence during the period of al-fuqahāʾ al-sab’a to be a aware of to the practices of Caliph ‘Umar. It can be said that
the basis of this such importance of Caliph ‘Umar’s practices is the
idea of some kind of consensus (ijmāʿ). Because Caliph ‘Umar did not allow the major companions to leave from
Medina, he often consulted them in his decisions and thus some kind of
consensus was reached. This approach also gives ideas about the essence of
judicial practice in one aspect.
Relation with the judicial practice for
al-fuqahāʾ al-sab’a, who plays an important role in the formation,
detection and transfer of the judicial practice in Medina, was also
investigated in the latter periods and a number of claims were made in this
context. One of them is the claim that the consensuses in Imām Mālik’s Muwattaʾ were “the consensuses of al-fuqahāʾ
al-sab’a” or “the consensuses of a group of ten people,
including al-fuqahāʾ al-sab’a”. However, this claim was rejected and was not
found to be reputable in the eyes of the Mālikīs.
Another claim on the subject is orientalist
Schacht’s (d. 1969) thesis that “transformation from anonymous schools to
personal schools”. According to Schacht, the consensus of the scholars was
anonymous. However, since the middle of the second century, this anonymous
consensus has been credited to the great personalities of the past in order to
give theoretical legitimacy to this tradition based on the idea of continuity
at the core of the concept of sunna. In this context, the people of Medina
grounded their doctrines on some ancient authorities who died at the end of the
first or early second century. In a later period, seven of these authorities
were elected and seven lawyers from Medina (al-fuqahāʾ
al-sab’a) were referred to as. This retrospective
attribution process was not limited to these scholars, and each region based
its doctrine on a local companion of the prophet. The Medinaians accepted
Caliph ʿUmar
and his son ʿAbdallāh Ibn ʿUmar as two important authorities. Schacht says
that any doctrine based on these ancient authorities cannot be considered
authentic. Because according to him, this attribution process was attached
later and it is unfounded. Schacht’s thesis of “transformation of personal
schools from regional schools” was rejected by another orientalist, Hallaq. One
of the Islamic scholars, Muṣṭafā al-A’zamī (d. 2017),
presented his rejection of Schacht’s claims against Islamic sciences and
criticized the aforementioned claim.
This article
focuses on al-fuqahāʾ al-sab’a’s approach to the judicial
practice and tries to point out the roles it takes in the formation,
determination and transfer of ‘amal of Medinese and discusses the aforementioned claims.
Islamic law al-fuqahāʾ al-sab’a ‘amal (the judicial practice) Medina tābiūn (successors) Imām Mālik
Fukahâ-i
seb’a, tâbiûn döneminde yaşamış Medineli meşhur yedi fakihi ifade etmek üzere
kullanılan bir kavramdır. Bu yedi fakihin kimler olduğu hususunda farklı
görüşler ileri sürülmüştür. Ancak bu farklılık sadece yedinci isim üzerinde
olmuş ve diğer altı isim üzerinde ittifak sağlanmıştır. Buna göre ittifakla
kabul edilen altı isim; Saîd b. Müseyyeb (ö. 94/713), Urve b. Zübeyr (ö.
94/713), Kāsım b. Muhammed (ö. 107/725), Hârice b. Zeyd (ö. 100/718),
Ubeydullah b. Abdullah (ö. 98/716) ve Süleyman b. Yesâr’dır (ö. 107/725). Yedinci
fakih için ise Ebû Bekir b. Abdurrahman (ö. 94/713), Ebû Seleme b. Abdurrahman
(ö. 94/713) ve Sâlim b. Abdullah (ö. 106/725) olmak üzere üç farklı isim
zikredilmiştir. Bu araştırmada yedinci isim, Ebû Bekir b. Abdurrahman kabul
edilmiştir. Zira bu, Ebü’z-Zinâd’ın (ö. 130748) kabulüdür ve kavramın ilk izlerine
onun kullanımında rastlanmaktadır.
Mâlikî
mezhebinin bağlayıcı bir delil kabul ettiği ve mezhebin kurucu imamı Mâlik’in
sıkça atıfta bulunduğu amel-i ehl-i Medine, Medine halkının tatbikatını ve
teşriî bir konudaki ittifakını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. İmam Mâlik’in Medine halkının amelini derleme
çalışması ve fetvalarında söz konusu ameli dikkate alan bir metot takip etmesi,
kavramın daha ziyade İmam Mâlik ile anılmasını sağlamıştır. Ancak amel-i ehl-i
Medine hem kavram hem de metot olarak İmam Mâlik’ten önce de kullanılmaktadır.
Geçmiştekilerin görüş birliğine ve ortak uygulamalarına işaret etme geleneğini
ilk devirden itibaren tespit etmek mümkün olsa da belirli bir dönemden sonra,
özellikle ilk asrın ikinci yarısından itibaren fukahâ-i seb’a’nın da mensup
olduğu tâbiûn âlimleri döneminde, bu tutumun iyice yaygınlık kazandığı
söylenebilir.
Tâbiûn
döneminde Medine’deki fıkhî faaliyetlerin yürütülmesine öncülük eden fukahâ-i
seb’a, Medine ehlinin amelini hüccet kabul etmiş ve amele işaret eden
kavramları kullanarak buna dayalı hükümler vermiştir. Saîd b. Müseyyeb’in
“ecmea ehlü’l-Medine (Medine ehli icmâ etti)” ifadesi, “sünnet” kavramıyla genellikle
dayanağı Hz. Peygamber’de (sav) olan ancak sonradan da kabul gören görüş ve
uygulamaları kast etmesi, sünnet-i mâziye bilgisi ve bu alanda hakkında
söylenen övgü dolu sözler; örnekleri Urve b. Zübeyr ve Kāsım b. Muhammed’de
görülen “emr” ifadesi ile fukahâ-i seb’a’nın hemen hemen hepsinde görülen
“yetiştiğim kimseler”, “insanlar” şeklindeki bir çeşit ortak kabulü yansıtan
tabirler amel-i ehl-i Medine’ye delâlet etmektedir. Fukahâ-i seb’a’nın
“yetiştiğim kimseler” derken kastının kimler olduğunu tam olarak tespit
edebilmek hayli güçtür. Bu ifadeler tüm Medine halkını kapsayabileceği gibi
fakih veya âlim olanları veya görüşü nakledenin hocalarını ya da çok daha
sınırlı bir zümreyi kapsayabilir. Benzer kavramlar daha sistematik bir şekilde
İmam Mâlik tarafından da kullanılmıştır. Ancak onun da bu kavramlarla tam
olarak neyi kastettiği tespit edilememiş ve ulemâ arasında tartışma konusu
olmuştur.
Amel-i
ehl-i Medine kapsamında değerlendirilebilecek bir diğer husus da Hz. Ömer’in
uygulamalarına dair yapılan aktarımlar ve bunların nispeten güçlü birer delil
kabul edilmesidir. Hz. Ömer’in uygulamalarına vâkıf olmak fukahâ-i seb’a’nın
yaşadığı dönemde bir yetkinlik alameti olarak görülmekteydi. Hz. Ömer’in
uygulamalarının bu derece önemsenmesinin temelinde bir çeşit icmâ düşüncesinin
yatmakta olduğu söylenebilir. Zira Hz. Ömer, büyük sahâbîlerin Medine’den
ayrılmasına pek izin vermemiş, aldığı kararlarda genellikle onlara danışmış ve
böylece bir tür fikir birliğine varılmıştır. Bu yaklaşım bir yönüyle amelin
özününe dair fikirler de vermektedir.
Medine’de
amelin oluşumu, tespiti ve aktarımı noktasında önemli roller oynayan fukahâ-i
seb’a’nın amel ile olan münasebeti sonraki dönemlerde de araştırma konusu
edilmiş ve bu bağlamda birtakım iddialar ortaya atılmıştır. Bunlardan biri İmam
Mâlik’in Muvatta’da yer verdiği icmâların “fukahâ-i seb’a’nın icmâları”
ya da “içerisinde fukahâ-i seb’a’nın da yer aldığı on kişilik bir grubun
icmâları” olduğu yönündeki iddiadır. Ancak bu iddia, Mâlikîler nezdinde muteber
bulunmayıp reddedilmiştir.
Konuyla
ilgili bir diğer iddia da oryantalist Schacht’ın (ö. 1969) “anonim ekollerden
ferdî ekollere dönüşüm” şeklindeki tezidir. Schacht’a göre; âlimlerin icmâı
anonim bir şeydi. Ancak hicrî ikinci yüzyıl ortalarından itibaren, sünnet
kavramının özünde bulunan devamlılık fikrinden hareketle bu geleneğe teorik
meşruiyet kazandırmak amacıyla bu anonim icmâ, geçmişteki büyük şahsiyetlere
isnat edilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda Medineliler doktrinlerini, hicrî
birinci yüzyılın sonlarında veya ikinci yüzyılın başlarında vefat eden bir
kısım eski otoritelere dayandırmışlardır. Daha sonraki bir dönemde bu
otoriteler arasından yedi tanesi seçilmiş ve Medineli yedi hukukçu (fukahâ-i
seb’a) olarak anılmıştır. Geriye dönük bu isnat işlemi, bu âlimlerle sınırlı
kalmamış ve her bölge kendi doktrinini mahallî bir sahâbîye dayandırmıştır.
Medineliler Ömer ile İbn Ömer’i iki önemli otorite olarak kabul etmişlerdir.
Schacht, bu eski otoritelere dayandırılan herhangi bir doktrinin otantik kabul
edilemeyeceğini söylemektedir. Çünkü ona göre bu isnat işlemi, sonradan izafe
edilmiş olup asılsızdır. Schacht’ın “bölgesel ekollerden ferdi ekoller dönüşüm”
şeklindeki bu tezi bir başka müsteşrik Hallaq tarafından reddedilmiştir. İslam
âlimlerinden Mustafa el-A’zamî (ö. 2017) de Schacht’ın İslâmi ilimlere yönelik
iddialarına reddiyesini sunmuş, bu bağlamda bahsi geçen iddiayı da
eleştirmiştir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 20 Eylül 2019 |
Gönderilme Tarihi | 9 Temmuz 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Sayı: 39 |