Sivil
toplum ve AB üyeliği, son yıllarda Türkiye’nin gerek akademik, gerek
entellektüel ve gerekse de siyasi çevrelerinde en çok tartışılan konuların
başında gelmektedir. Özellikle sivil toplum 1980’li yıllardan beri Türkiye’nin
siyasi gündeminde en sık kullanılan kavram olmasına rağmen herkesçe farklı
anlaşılan veya yeterince anlaşılmayan bir kavram olarak karşımıza çıkar. Kavram
uzun bir zaman askeri toplumun karşıtı olarak algılanmasına rağmen Batı’da
devlet dışında, insanların çıkarlarını elde etmek üzere, meşruluğu kabul edilen
örgütlenmeler olarak anlaşılmaktadır. Sivil toplum, batıdan aldığımız siyasal
kavramlar arasında en çok yanılgı yaratan, tartışılan fakat sınırları tam
olarak belirlenememiş bir kavramdır. Bu kavramın, klasik devlet anlayışı ve
uygulamalarına, çağdaş ve modern siyaset felsefesinin yönelttiği eleştiriler
sonucu doğdu-ğu da söylenebilir.
Türkiye’de
sivil toplum kuruluşları ilk ortaya çıktıklarından günümüze kadar hiçbir zaman
güçlü kuruluşlar olamamışlardır. Bunun en önemli nedeni bürokratik ve
merkeziyetçi devlet yapısı ve otoriter politikalardır. Osmanlı imparatorluğunda
sivil toplum, vakıf yapısı olarak dinsel düşünce, merkeziyetçi ve geleneksel
toplumsal yapı olarak, Avrupa’daki sivil toplum kavramına atfedilen değerleri taşımamış, statükoyu koru-yan ahilik ve lonca teşkilatlanmasından öteye gidememiştir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Mart 2008 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2008 Cilt: 6 Sayı: 2 |