Bu çalışma, transhümanizmin benimsediği insan geliştirme teknolojilerinin insanlığın biyolojik, bilişsel ve fiziksel sınırlarını aşmasına yardımcı olma potansiyeli taşımalarına rağmen; aynı zamanda önemli etik, sosyal ve varoluşsal riskler de oluşturabileceklerini ortaya koymaktadır. Büyük Britanyalı yazar Ian McDonald’ın 2010 yılında yayımlanan Derviş Evi adlı eseri, romandaki karakterlerin günlük yaşamlarında insan geliştirme teknolojilerinin, özellikle nanoteknolojinin yaygın bir şekilde kullanımını gösterirken; bu teknolojilerin insan doğası üzerindeki etkilerini de örneklendirmektedir. Anlatı içerisindeki karakterlerin insan geliştirme teknolojilerinden olan nanoteknolojiye yönelik yaşadıkları yoğun kaygı ve korku, bu teknolojinin insan vücudunun işleyişini tehlikeye atma potansiyelini açığa çıkarmaktadır. Buna ek olarak; olay örgüsü ile birlikte roman karakterlerinin başlarından geçenler, insan geliştirme teknolojilerinden olan nanoteknoloji ile güçlendirilmiş cihazların insanları manipüle edebileceğini, özel hayatlarını gözetim altında tutabileceğini, doğalarını baltalayabileceğini ve toplumun düzenini bozabileceğini göstermektedir. Transhümanistlerin insan geliştirme teknolojilerinin insanlığın evrimsel yolculuğunda hayati önem taşıyabileceğine dair iyimser görüşlerinin aksine; biyoetik alanında çalışan kuramcılar, söz konusu teknolojilerin etik denetimden yoksun biçimde kullanılmasının insan doğasını, özerkliğini ve onurunu tahrip edebileceği görüşünü savunmaktadırlar. Söz konusu tartışmalar göz önünde bulundurulduğunda, bu çalışmada teknolojik ve bilimsel ilerlemenin etik standartlar ve hesap verebilirlik etrafında şekillenmesi gerektiği öne sürülmektedir. Sonuç olarak Derviş Evi, insan onurunu korumak için teknolojik ilerlemenin temeline etik ilkeleri ve hesap verebilirlik mekanizmalarını entegre etmenin zorunluluğunu vurgulayan uyarı niteliğinde bir hikâye sunmaktadır.
Ian McDonald Derviş Evi Transhümanizm İnsan Geliştirme Biyoetik
This study reveals that while human enhancement technologies that transhumanism advocates have potential to help humanity transcend its biological, cognitive, and physical limitations, they simultaneously may pose considerable ethical, social, and existential risks. British author Ian McDonald’s The Dervish House (2010) displays the pervasive presence of such advancements, particularly nanotechnology, in the characters' daily lives, while also illustrating their profound impact on human nature. The intense anxiety and fear that characters experience towards nanotechnology in the narrative highlight its potential to compromise the integrity of the human body by disrupting its natural functions. Moreover, the plot demonstrates that devices reinforced with nanotechnology as a form of human enhancement can manipulate people, spy on their private lives, undermine their nature and disrupt the order of society. In contrast to the optimistic vision of transhumanists that human enhancement technologies may be essential in the evolutionary journey of humanity, bioethicists maintain that human nature, autonomy, and dignity may be eroded as a result of unregulated and unrestrained use of such technologies. In light of these discussions, it is suggested that technology must be shaped around ethical standards and accountability. Consequently, The Dervish House serves as a cautionary tale, underscoring the necessity of embedding ethical principles and accountability mechanisms into the very architecture of technological progress to safeguard human dignity.
Ian McDonald The Dervish House Transhumanism Human Enhancement Bioethics
| Birincil Dil | İngilizce |
|---|---|
| Konular | Dil Çalışmaları (Diğer) |
| Bölüm | Araştırma Makalesi |
| Yazarlar | |
| Yayımlanma Tarihi | 27 Ekim 2025 |
| Gönderilme Tarihi | 1 Mayıs 2025 |
| Kabul Tarihi | 6 Ekim 2025 |
| Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Cilt: 13 Sayı: 2 |
Tarandığımız Dizinler:
e-ISSN: 2148-5232