Erken dönem sûfî dili, farklı çağların muhtelif havza ve tavırlarında oldukça dinamik bir ifade çeşitliliğine sahiptir. Bu dilin oluşmasındaki temel etken, bilgi-amel bütünlüğünü merkeze alan söylemlerin imanda ulaşılan kesinlik fikriyle birleşmesidir. Hakk’ın birliğine ve bu birliğin müşahedesine yönelik ortaya çıkan anlatımlar ise bu dilin kullanım zeminini tevhid ilkesine matuf söylemlerle daha da derinleştirir. VIII./II. ila X./IV. yüzyıllar arası gelişen söz konusu yorum gücü, bu dönemin tasavvuf metinlerinde belli oranda mevcuttur. Bunlardan birisi de Ebu Tâlib el-Mekkî’nin (ö. 386/996) Kūtü’l-kulûb adındaki ansiklopedik bir niteliğe sahip meşhur eseridir. Kūtü’l-kulûb sadece sûfî dindarlığın pratik taraflarını ayrıntılı olarak ele alması, insanı merkeze alıp hâller ve makamlara ilişkin sistemli bir anlatım sunması ve sûfî dilinin kavramsal düzlemdeki görünür ifade biçimlerine dair eşsiz bir birikim barındırması açısından değil, aynı zamanda dönemler, bölgeler, nesiller arası gelişen vahdet merkezli dilini bilgi-amel-iman ilişkisi çerçevesinde kendine has bir yaklaşımla açıklaması bakımından da yorum gücü tükenmeyen müstesna bir eserdir. Ancak metnin diğer sûfî metinlerinin içerik işleme tutumuna benzemeyip alışılmıştan farklı bir forma sahip olması, hadis literatürüne benzer bir şekilde rivayet ağırlıklı olması ve sembolik dilinin oldukça güçlü olması gibi muhtemel gerekçeler Mekkî ve eseri hakkındaki çalışmaları kısırlaştırmıştır. Bundan dolayı, Kūtü’l-kulûb gibi kendinden önceki birikimin mirasçısı her metnin filolojik yönünün diğer sûfî metinleriyle mukayese edilerek ortaya konması, erken dönem tasavvufunun yorum gücünü daha belirgin bir hâle getirecektir. Bu amaç doğrultusunda filolojik bir yaklaşımla hareket eden bu makale, öncelikle Mekkî’nin tevhid ilkesini eserinin merkez teması yapan dilindeki havâtır kavramının rolünü analiz eder, sonrasında ondan önceki sûfîlerin metinleriyle onun eserini mukayese ederek çözümlemeye çalışır. Makale, ilk olarak, müellifin geriye dönük bir tarih inşasının olduğu ve havâtır kavramının kendisine tevarüsünü bu inşadan hareketle resmettiği sonucuna ulaşır. Buna göre havâtır kavramı, gelişim süreci bakımından birbirini takip eden dönemler, farklı bölgeler ve muhtelif meşreplerdeki sûfîlerin dilinin yansımalarını bir araya getirerek Mekkî’ye miras kalır. Ayrıca bu makale Mekkî’nin, tecelli düşüncesi dolayısıyla diğer disiplinler gibi kategorik bir mahiyet tartışması yapmadığını, bu doğrultuda müellifin kavramı tümel bir kimlikle inşa ettiğini tespit eder. Nitekim Kūtü’l-kulûb’da havâtır, kalbe ansızın gelip kişiyi harekete geçiren; kaynağına, mahiyetine, niteliğine, bilgi değerine göre çeşitlenip sınırsız bir veri alanına dönüşen ve hâller ile makamların oluşumunda etkin bir rol oynayan farklı türlerdeki ilkâların hepsini kendinde toplayan bir kavramdır. Havâtır kavramının merkezî bu rolü ona sûfî tevhid dilinin çeşitlenen bağlamlarını birleştiren bir nitelik kazandırmıştır. Son olarak Kūtü’l-kulûb’da insan temasından hareketle Hakk’ın insanla, insanın da Hak ile olan ilişkileri neticesinde ortaya çıkan sûfî dilinin, havâtır söz konusu olduğunda temayüz eden kavramsal ifade karşılıklarını göstermesi bu makalenin diğer bir sonucudur. Telkin ettiği hâtırlar sebebiyle nefis, kişinin Hakk’a ulaşmasına engel olan bir perdeyken ruh ise kişinin Hakk’a varmasına yardım eden bir destekçi olarak konumlanır. Teklifin illeti ve temyizin mahalli olan akıl ise işlevini, kalbe gelen ilkânın bilgiye dönüştürülmesinden önce yerine getirir. Hem bütün hâtırların geldiği bir mevzi hem de Hakk ile kul arasındaki özel muamelenin gerçekleştiği bir mecra olması açısından kalp, Kūtü’l-kulûb’un sözünü ettiğimiz dilinin inşa edildiği bir temeldir. Mekkî’nin hakikate erişmek olarak mana verdiği tevhid hedefi de ancak yakîn hâtırlarından zuhur eden bilgi/iman kesinliğinin, velayetin tecelli edildiği bir kalpte yer edinmesiyle gerçekleşir.
Tasavvuf Erken Dönem Tasavvufu Ebû Tâlib el-Mekkî Tevhid Havâtır.
Early Ṣūfī language displays a dynamic range of expressions shaped by diverse regional and historical influences. This language emerges from discourses that blend the integrity of knowledge and worship with the concept of “faith reaching certainty (yaqīn)”. At the same time, this language deepens through expressions of experiencing and affirming the oneness of God. Developed between the 8th and 10th centuries, this language appears to a certain extent in the Ṣūfī texts of the period. One example is Abū Ṭālib al-Makkī’s renowned work, Qūt al-qulūb, which has an encyclopedic character. Qūt al-qulūb extensively addresses the practical aspects of Ṣūfī piety in detail, offers a systematic expression of spiritual states (aḥwāl) and stations (maqāmāt) focused on human experience, and embodies conceptual expression forms of the Ṣūfī language. It also explains the “unity-centered language” that evolves across periods, regions, and individuals, uniquely framing the relationship between knowledge, action, and faith. However, studies about Makkī and his work remain limited. Several factors may explain this: including the scattered nature of Qūt al-qulūb's, the assumption that the author is traditionist (Muḥaddith) due to the numerous narrations in his work and its unconventional form, which differs from other Ṣūfī texts. Therefore, studying the philological aspects like Qūt al-qulūb, an heir to earlier knowledge, in comparison with other texts, will clarify the Ṣūfī language of early Ṣūfism more. This article aims to analyse the role of the concept of the impulses (khawāṭir) in the idea of “tawḥīd”, the central theme of Qūt al-qulūb, through a philological approach, and to compare Makkī’s discourses with other Ṣūfīs’ texts. This article first concludes that Makkī constructs a retrospective view of history, depicting the concept of khawāṭir as a product of successive periods, diverse regions, and the language of various Ṣūfī groups. The article also finds that, unlike other disciplines, Makkī does not engage in a categorical discussion of “quiddity” (māhiyya) regarding khawāṭir, due to his idea of “divine manifestation” (tajalliyāt). Instead, he constructs khawāṭir with a universal identity: it refers to an impulse that suddenly enters to the heart and prompts action, and it also serves as a general term for impulses that vary in source, essence, and informational value. It also serves as a universal concept, encompassing various types of impulses that play an active role in the formation of states and stations. These central roles grant khawāṭir a unifying quality within the diverse contexts of the Sufi tawḥīd language. Additionally, the article explores the link between Qūt al-qulūb's human theme and the concept of khawāṭir, concluding that Makkī establishes a close connection between God and humanity through his approach to khawāṭir. Impulses enter the human heart from six sources: the lower self (nafs), the devil, the angel, the spirit (rūḥ), the intellect (ʿaql), and God. While khawāṭir from the spirit and the devil hinder a person from attaining certainty (yaqīn), those from the spirit and the angels aid in reaching it. Impulses from the intellect lie between these forces, tasked with distinguishing among the impulses entering the heart. Makkī refers to this method tamyīz, i.e. distinguishing, and bases it on the intellect’s role. Ultimately, khawāṭir from God provides a power that enables a person to attain certainty in both knowledge and faith.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Tasavvuf |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 28 Aralık 2024 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2024 |
Gönderilme Tarihi | 1 Temmuz 2024 |
Kabul Tarihi | 7 Kasım 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 23 Sayı: 2 |
Hitit İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf 4.0 International License (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.