Öz
Geleneksel estetik kuramları ile çağdaş fenomenolojik yaklaşımların kesişiminde oluşan güncel sinema literatürü, renk kullanımını filme eklenmiş dekoratif bir unsurdan ziyade izleyiciyi ortak bir ruh hâline yönlendiren başat araç olarak tanımlamaktadır. Bu bakış, sanatsal deneyimi yalnızca görsel algıya indirgememekte ve izleme eylemini bedenin tamamını içine alan, duygulanımsal yoğunluk yaratan bütüncül bir karşılaşma olarak yorumlamaktadır. Rengin ışık, ses, kadraj ve ritimle birleştiği sinematografik tasarım, seyirciyi öyküye dışarıdan bakan bir göz olmaktan çıkararak filmi duyusal ve varoluşsal düzeyde “yaşanan” bir ortam hâline getirir. Klasik estetik metinler sanat yapıtının duyulara doğrudan seslenen bütünsel niteliğini vurgularken, çağdaş film araştırmaları bu yaklaşımı bedensel algının sinematik ete kemiğe bürünüşüyle birleştirir. Renk kuramcıları ise renk-ışık bileşimlerinin nasıl anlam kodları taşıdığını ve farklı türlerde duygusal çağrışımlar ürettiğini gösterir. Böylece, seyircinin duygu repertuvarı perdedeki renk paleti tarafından örgütlenir; ekrandaki görüntü ile salondaki beden arasında titreşen ortak bir duygulanım alanı oluşur. Bu çalışma, söz konusu yaklaşımı somutlamak amacıyla Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne (2023) filminde renk paletinin Stimmung üretimindeki rolünü incelemektedir. Amaçlı örneklemle seçilen film, beden merkezli fenomenolojik film analizi tekniğiyle çözümlenmiştir. Çözümleme; filmde sistemli biçimde kurulan ruh hâllerini, bu hâlleri seyirciye aktaran biçimsel stratejileri ve renk paletinin bu stratejiler içindeki belirleyici işlevini ortaya koymayı hedeflemiştir. Bulgular, karla kaplı mavi-gri tonların başlangıçtan itibaren seyirciyi bastırıcı bir melankoliye sürüklediğini, durağan kadrajlar ve uzun sessizliklerin bu duyguyu pekiştirdiğini göstermektedir. Buna karşılık, belirli sahnelerde kullanılan sıcak ve canlı ton geçişleri kısa süreli umut ve empati anları yaratarak atmosferi ritmik biçimde gerilimlendirmektedir. Sonuç olarak araştırma, renk tasarımının sinemada kolektif ruh hâli yaratımındaki kurucu işlevini doğrulamakta ve rengin, izleyiciyi tekil duygular yerine paylaşılan bir estetik deneyime taşıyan temel araçlardan biri olduğunu ortaya koymaktadır.
Etik beyan gerekmemektedir
Situated at the intersection of classical aesthetic theory and contemporary phenomenological approaches, current film scholarship frames colour not as a decorative adjunct but as a primary vehicle that steers viewers toward a shared affective state. This perspective resists reducing artistic experience to mere visual perception; instead, it conceives the act of viewing as a holistic encounter that envelops the entire body and generates affective intensity. In cinematographic design—where colour converges with light, sound, framing, and rhythm—spectators cease to be external onlookers and begin to inhabit the film as a sensorial and existential milieu. Whereas classical aesthetic texts underscore the artwork’s integral appeal to the senses, contemporary film studies fuse this stance with the corporeal dimension of cinematic perception. Colour theorists, in turn, demonstrate how colour–light constellations carry semantic codes and evoke distinct emotional resonances. Consequently, the viewer’s affective repertoire is orchestrated by the on-screen palette, producing a vibrational field of feeling between the projected image and the bodies in the auditorium.To concretise this framework, the present study investigates the role of the colour palette in generating Stimmung in Nuri Bilge Ceylan’s About Dry Grasses (2023). Purposefully selected, the film is analysed through a body-centred phenomenological method. The analysis aims to identify the systematically constructed moods, the formal strategies that convey these moods to the audience, and the decisive function of colour within those strategies. Findings reveal that the snow-laden blue-grey tones plunge viewers into an oppressive melancholy from the outset, a feeling reinforced by static compositions and prolonged silences. By contrast, sporadic transitions to warm, vivid hues create brief moments of hope and empathy, rhythmically heightening atmospheric tension. The study thus confirms the constitutive role of colour design in forging a collective mood in cinema and demonstrates that colour is one of the key instruments guiding spectators from isolated emotions toward a shared aesthetic experience.
| Birincil Dil | Türkçe |
|---|---|
| Konular | İletişim ve Medya Çalışmaları (Diğer) |
| Bölüm | Araştırma Makalesi |
| Yazarlar | |
| Gönderilme Tarihi | 7 Temmuz 2025 |
| Kabul Tarihi | 21 Kasım 2025 |
| Yayımlanma Tarihi | 12 Aralık 2025 |
| Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Cilt: 10 Sayı: 2 |