İnsanın Hakk'a ulaşması
kelime-i tevhid ile olur. Çünkü derviş fena ve beka mertebesine ancak Hak ile
arasındaki perdeleri kaldırarak ulaşır. Perde nefy (la ilahe) ile kaldırılır,
(illallah) ile Hakk'ı ispat gerçekleşir. Bu, dervişin miraç yoludur. Sûfîler,
zikri insanın benlikten sıyrılıp fena vadilerine dalmanın ve vuslata ermenin
yollarından biri olarak görmektedirler. Bu anlamda zikir salikin değişim ve
dönüşümünü sağlayan manevi bir programdır.
Bu çalışmamızda tasavvuf
eğitiminde önemli bir yeri olan ve bütün tarikatların seyr ü sülüklerinde
kullandıkları zikir kavramını Nakşî ve Şazelî şeyhi Hasan Hilmi Efendi’nin
perspektifinden incelemeye çalıştık.
By the expression of tawhid, the human being reaches Haqq (the Absolute
Truth). It is because the derwish is not able to arrive at the stages of fana
(annihilation) and baqa (subsistence) but through removing curtains between
Haqq and him/her. The curtains are removed by means of nafy (denial), which is
in the first part of the expression of tawhid, la ilaha ('No god...') and the
attestation of Haqq is realized with the second part, illâ Allah ('...but
Allah')
Sûfîs regard dhikr (invocation) as a way to attain vuslat (connection
with Allah) and to plunge into valleys of fana getting free of self (nafs). In
this context dhikr is a spiritual programme that ensures the change and
transformation of salik (sûfî traveller).
This study examines the concept of dhikr, which is of great importance
in sûfî training and thus utilised by all sûfî orders in the spiritual journey,
from the perspective of Hasan Hilmi Effendi, a Naqshi-Shadhili sheikh.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Eylül 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 7 Sayı: 3 |