Platon’un temellerini atıp Aristo’nun geliştirdiği mimesis (taklit) kavramı bugünün sanat ve edebiyat anlayışının özünü oluşturur. Aristo’ya göre subje, obje ile ilişki kurabildiği sürece salt üretim devam eder aksi taktirde idealar dünyası ile bir üretim söz konusu değildir. Taklit edilen objenin içerisine girmek onunla bütünleşmek onu hissetmek evresi devreye girer. Aristo bu evreyi “her şeyin karşıtlıkları aracılığıyla algılandığı” şeklinde tanımlar. 1900’lü yılların başında doğa ile insan ilişkisinin önemine daha çok değinen Alman filozoflar, Aristo’nun prensibinden hareketle einfühlung/ özdeşleyim kavramını geliştirirler. Bu teorinin ortaya çıkmasıyla birlikte objelerin sadece basit birer varlık olarak değil aynı zamanda subjelerin onlarla özdeşleştiği onlara his kazandırdığı ve etkileşim sağladığı varlıklar olarak yeniden değerlendirilir. İngilizceye “empathy” olarak çevrilen bu kavram tam olarak karşılığını sağlamadığı için “feeling into” olarak da adlandırılır. Einfühlung sadece bir kavram değil aynı zamanda bir teoridir. Bu teori üzerine yazılan çalışmalar çok fazla olmasına rağmen genel kapsamlı bir çerçevenin henüz oluşturulamadığı ve karşılaştırmalı çalışmaların yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma Einfühlung kavramının ortaya çıkışı, gelişimi ve problemleri hakkında geniş bilgiler vermekten ziyade, taklit unsuru olarak yaratılan objenin subje ile ilişkisi bağlamında Alman, Amerikan ve Türk edebiyatlarından öykü örneklerinin incelenmesini ve karşılaştırılmasını kapsar. Bu bağlamda öncelikle Franz Kafka Die Sorge des Hausvaters (1919) öyküsündeki belirsiz bir varlık olan Odradek ile Ernest Hemingway’ın Cat in the Rain (Yağmur’daki Kedi) (1925) ve Sait Faik Abasıyanık’ın Semaver (1935) öyküleri einfühlung/özdeşleyim teorisi çerçevesinde incelenmeye çalışılacaktır.
The concept of mimesis (imitation) developed by Aristotle, producing the foundations of Plato, forms the essence of today’s recognition of art and literature. According to Aristotle, as long as the subject can relate to the object, pure production continues; otherwise there is no production with the world of Ideas. The phase of entering into the imitated object integrating with it and feeling it comes into action. Aristotle describes this phase as “that everything is perceived through opposites”. At the beginning of the 1900s, German philosophers emphasized the importance of humannature relations and developed the concept of einfühlung/empathy based on Aristotle’s principle. With the evolution of this theory, objects are reconsidered not only as simple objects but also as objects in which subjects identify with them, give feeling and interact with them. Translated into English as empathy, this concept is also called “feeling into” because it does not fully correspond. Einfühlung is not only a concept but also a theory. Although the thoughts on this theory are extensive, it is seen that a general comprehensive framework has not yet been established and comparative examinations have not been done. This study covers the examination and comparison of story examples from German, American and Turkish literature in the context of the relationship between the object created as an imitation element and the subject, rather than providing extensive information about the emergence, development and problems of the Einfühlung concept. In this context, the stories of Franz Kafka’s Die Sorge des Hausvaters (1919), Odradek an ambiguous entity with Ernest Hemingway’s Cat in the Rain (1925) and Samovar (1935) by Sait Faik Abasıyanık stories will be analyzed according to the einfühlung/empathy theory.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Sanat ve Edebiyat |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 23 Haziran 2020 |
Gönderilme Tarihi | 13 Şubat 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 |