As one of the main tenets of mainstream Shiʿa, the radjʿa doctrine is potentially open to radical interpretations. In the background of this belief, the concept of ghayba (occultation) with the special meaning attributed to it has vital importance. According to the Imāmiyya or Twelve Imams (Ithnā ʿAshʿariyya) Shiʿism, which has survived to date within Shiʿism and constitutes the vast majority of them, the twelfth imam, Muhammad b. al-Hasan went into major occultation in 941. According to this doctrine, it is believed that one day the hidden imam will return and rule over the whole world, which is filled with injustice. In fact, examples of the belief in radjʿa can be traced back to earlier periods. In the early history of Islam, some extreme sects (ghulāt) emerged by claiming the immortality of important figures such as, ʿAlī b. Abī Tālib (d. 40/661) and his son Husayn (d. 61/680). The 10th century also became the scene of such claims among Shiʿa such as the return of the hidden imam, Muhammad b. al-Hasan who is believed to be in occultation and will one day reappear to guide all humanity. This study examines three sub-sects of Shiʿīsm, namely the Nusayrīs, the Druzes and the Bābī-Bahāīs that all interpret the doctrine of radjʿa from a gnostic point of view. The first two emerged in the tenth century simultaneously, while the Bābī-Bahāīs in the nineteenth. It is worth to note here that the concept of bāb has played the mediating role in the approach to the radjʿa doctrine. Ibn al-Nusayr, the founder of the Nusayrī sect, put forward a ground breaking approach to the doctrine by declaring himself as the gateway to the eleventh and twelfth imam. In addition, the belief in the incarnation of God’s soul into the body of ʿAli, and later on its transfer to bodies of the imams until it reached the twelfth imam, spread. The Druzes focused directly on the divinity of al-Hakīm bi-Amrillah rather than on the concept of bāb. The Bābīs and Bahāʾīs, on the other hand, interpreted the doctrine of radjʿa on the basis of the concept of bāb and the claim of messiahship, and a new religion. Especially, the Nusayrīs and the Druzes interpreted radjʿa phenomenon and transformed it into hulūl (incarnation) and tanāsukh (metempsychosis). The Bābī-Bahāī community, however, transformed the doctrine of radjʿa into the doctrine of prophethood by refusing the termination of the prophethood with the prophet Muhammad. Thus, they claim to be a new religion that abolishes the rules of previous religions. The purpose of this study is to analyse the way in which the selected sub-sects of Shiʿa have approached the doctrine of radjʿa and the extent of their interpretation of this phenomenon.
Shiʿa the Nusayrīs the Druzes the Bābīsm-Bahāīsm Radjʿa Hulūl Tanāsukh
Şiâ’nın temel inanç ilkelerinden biri olan ricʿat doktrini potansiyel olarak radikal yorumlara olanak sunmaktadır. Ricʿat inanışının arka planında gaybet anlayışı ve ona yüklenen insan üstü özel mana son derece hayati öneme sahiptir. Şiîlik içerisinde günümüze ulaşan ve Şiîlerin büyük çoğunluğunu oluşturan İmamiyye ya da On iki İmam (İsnâ aşeriyye) Şiîliğine göre, on ikinci imam Muhammed b. el-Hasan, 941 yılında büyük gaybete gitmiştir. Bu doktrinle, gizli imamın bir gün geri döneceğine, zulüm ve haksızlıklarla dolu olan tüm dünyayı adaletle hükmedeceğine ve refaha ulaştıracağına inanılır. Esasında ricʿat inanışıyla ilgili ortaya atılan iddiaları daha erken dönemlere götürmek mümkündür. İslam tarihinin erken dönemlerinde, Ali b. Ebi Talib (ö. 40/661) ve oğlu Hüseyin (ö. 61/680) gibi önemli şahsiyetlerin ölümsüzlüğünü iddia eden bazı radikal mezhepler (gulât) ortaya çıkmıştır. Onuncu yüzyıl da yine Şiîler arasında gaybette olduğuna ve tüm insanlığa rehberlik etmek üzere bir gün yeniden ortaya çıkacağına inanılan gizli imam Muhammed b. el-Hasan'ın dönüşüne dair bu tür iddialara sahne olmuştur. Bu çalışmada Şiâ içerisinde ortaya çıkmış üç alt grup olan Nusayrîler, Dürzîler ile Bâbî ve Bahâîler’in ricʿat doktrinine yükledikleri anlam incelenmektedir. İlk ikisi eş zamanlı olarak onuncu yüzyılda, Bâbî ve Bahâîler ise on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ricʿat doktrinine yaklaşımda bâb kavramının aracılık görevini üstlendiğini ifade etmek gerekir. Nusayrî fırkasının kurucusu Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî (ö. 270/883), kendisini on birinci ve on ikinci imama açılan kapı olarak ilan ederek ricʿat doktrinine ezber bozan bir yaklaşım ortaya koymuştur. Buna ilaveten, tanrının ruhunun Hz. Ali’nin bedeninde zuhur ettiği, sonrasında da bu ruhun on ikinci imama gelinceye kadar imamların bedenlerine intikal ettiği inancı yayılmıştır. Dürzîler bâb kavramından ziyade doğrudan Hakim Biemrillah’ın ulûhiyyetine odaklanmışlardır. Bâbî ve Bahâîler ise bâb kavramı temel olmak üzere mehdilik ve yeni bir din olma iddiasıyla ricʿat doktrinini te’vil etmişlerdir. Özellikle Nusayrî ve Dürzîler ricʿat inanışını yorumlayarak bunu hulûl ve tenasühe dönüştürmüşlerdir. Bâbî ve Bahâîler ise nübüvvet vazifesinin Hz. Muhammed ile son bulduğu inanışını reddederek ricʿat anlayışını nübüvvete dönüştürmüşlerdir. Böylece onlar, önceki dinlerin hükümlerini ortadan kaldıran yeni bir din olma iddiasında bulunmaktadırlar. Bu çalışmanın amacı, Şiîlik içerisinden neş’et ederek ortaya çıkmış yukarda adı geçen mezheplerin ricʿat doktrinine nasıl yaklaştıklarını ve bu olguyu ne olarak yorumladıklarını ortaya koymaktır.
Şiâ Nusayrîler Dürzîler Bâbî ve Bahâîler Ricʿat Hulûl Tenasüh
Birincil Dil | İngilizce |
---|---|
Konular | İslam Mezhepleri |
Bölüm | MAKALELER |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2023 |
Gönderilme Tarihi | 15 Kasım 2023 |
Kabul Tarihi | 28 Aralık 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 21 Sayı: 3 |
Kader Creative Commons Atıf-Gayriticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.