Discussions such as not sharing the booty according to the shar‘ī method and the conformity of obtaining the concubines sold by slave traders to the sharī‘a have led to the questioning of the legality of sexual relations with concubines, especially since the 15th century. If there is a possibility that the concubine, who is halal for her owner in terms of sexual intercourse under normal conditions, maybe free, it was deemed necessary as a precaution to marry the concubine because of the existence of this suspicion. If there is a suspicion of property, the marriage of a person with one’s concubine to get rid of the worry of adultery by showing precautionary reason is called al-nikāh al-tanazzuhī. Since the institution of slavery-concubine has disappeared in the classical sense, the al-nikāh al-tanazzuhī has no importance today. However, in our opinion, the al-nikāh al-tanazzuhī is an issue that needs to be emphasized, especially in the Ottoman period, in terms of being a subject of practice and evaluating some historical information in terms of the law. In this context, firstly, the issue of concubine and marriage will be discussed within the general framework of the subject. Then, the theoretical background, reasons and emergence of the al-nikāh al-tanazzuhī will be investigated, its differences from the regular marriage and its legal consequences will be examined, and the examples of the al-nikāh al-tanazzuhī in Ottoman practice will be examined. Again, this study is aims to examine the existence of rules and fatwas similar to al-nikāh al-tanazzuhī and the relationship between them in the Hanafi sect. In the research conducted in this framework, it has been seen that al-nikāh al-tanazzuhī has been included in Hanafi sources since the 8th/14th century. Under normal circumstances, the master cannot marry his concubine. Because the concubine’s a slave, as she is under the property of her master, prevents her from being the owner in terms of marriage. On the other hand, the master has the right to sexual intercourse with his concubine if she does not marry another person. However, as mentioned above, some concubines are suspected of being free despite being sold as slaves. When the court records of the Ottoman period are examined, it is seen that this situation has become widespread enough to be the subject of the court. Of course, concubines who were originally proved to be free could regain their freedom through court. For this reason, the al-nikāh al-tanazzuhī could not be performed for those who were in the status of concubine but were initially free. On the other hand, those known to be concubines were not included in the scope of the al-nikāh al-tanazzuhī. Therefore, the al-nikāh al-tanazzuhī was only applied to concubines who doubted whether they were initially free or not. One of the debates on whether sexual intercourse with concubines is permissible or not, as mentioned above, is the issue of not sharing the booty properly. However, this discussion about the concubines obtained from the booty does not fall within the scope of the al-nikāh al-tanazzuhī, although it is about sexual intercourse. Because there is no doubt that the concubines obtained from the booty are in the status of slaves. The fact that sexual intercourse is not permissible with a concubine, who is the property of booty, arises from the suspicion of ownership of other people who have a share in the booty over these concubines. When the Ottoman court records and the fatwa books of the period are examined, it is understood that al-nikāh al-tanazzuhī is not different from the regular marriage contract in terms of how it is done. However, the results of the marriage contract do not arise with this. Because the concubine status of the concubine he married continues. From this point of view, the idea that al-nikāh al-tanazzuhī is a fake marriage may come to mind. However, just like the al-zuhr al-ākhir prayer, the al-nikāh al-tanazzuhī is aimed at eliminating the doubt in question on the grounds of precaution. Therefore, it can be said that al-nikāh al-tanazzuhī is considered religiously necessary, not legally. When evaluated from this point of view, it is understood that al-nikāh al-tanazzuhī is a fatwa that is put forward to solve a problem that arose later through sectarian ijtihad.
Ganimet mallarının şer‘î usule uygun bir şekilde paylaşılmaması, köle tüccarları tarafından satılan cariyelerin elde ediliş biçimlerinin şeriata uygunluğu gibi tartışmalar, özellikle 15. yüzyıldan itibaren cariyelerle cinsel ilişkinin cevâzının sorgulanmasına sebep olmuştur. Normal şartlarda istifrâş edilmesi bakımından efendisine helal olan cariyenin hür olma ihtimali söz konusu olduğunda, bu şüphenin varlığı sebebiyle cariyeye nikâh kıyılması ihtiyaten gerekli görülmüştür. Milkin sahih olmama ihtimalinin kuvvetli olması durumunda ihtiyat gerekçe gösterilerek zina endişesinden kurtulmak amacıyla kişinin kendi cariyesine kıymış olduğu nikâha, nikâh-ı tenezzühî adı verilmiştir. Klasik anlamda kölelik-cariyelik müessesesi ortadan kalktığı için nikâh-ı tenezzühînin günümüzde herhangi bir ehemmiyeti bulunmamaktadır. Bununla birlikte özellikle Osmanlı döneminde uygulamaya konu olması ve tarihî bazı bilgilerin hukukî açıdan değerlendirilmesi bakımından nikâh-ı tenezzühî uygulaması kanaatimizce üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu bağlamda öncelikle konunun genel çerçevesi içerisinde cariye ve nikâh meselesi ele alınacaktır. Akabinde nikâh-ı tenezzühî uygulamasının teorik arka planı, sebepleri ve ortaya çıkışı araştırılacak, normal nikâhtan farkları ile hukukî sonuçları irdelenecek ve Osmanlı uygulamasında nikâh-ı tenezzühî örnekleri incelenecektir. Bu çalışmayla ayrıca Hanefî mezhebi içerisinde nikâh-ı tenezzühîye benzer hüküm ve fetvâların varlığı ile aralarındaki ilişkinin incelenmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede yapılan araştırmada, Hanefî kaynaklarda ilk olarak 8/14. asırdan itibaren nikâh-ı tenezzühînin yer aldığı görülmüştür. Normal şartlarda efendinin cariyesine nikâh kıyması mümkün değildir. Çünkü efendisinin mülkiyeti altında olması cihetiyle cariyenin memlûk olması, onun nikâh cihetinden mâlik olmasına engel teşkil eder. Diğer taraftan efendi, cariyesini başka biriyle evlendirmediği sürece onunla istifrâş hakkına sahiptir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere köle olarak satılmasına rağmen aslen hür olduğuna dair şüphe bulunan cariyeler de mevcuttur. Özellikle Osmanlı dönemi kadı sicilleri incelendiğinde bu durumun mahkemeye konu olacak kadar yaygınlık kazandığı görülmektedir. Elbette aslen hür olduğu ispat edilen cariyeler mahkeme yoluyla hürriyetine kavuşabilmektedir. Bu sebeple cariye statüsünde bulunup da aslen hür olanlar için nikâh-ı tenezzühî uygulanamaz. Diğer taraftan cariye olduğu kesin olarak bilinenler de nikâh-ı tenezzühînin kapsamına dâhil olmaz. Dolayısıyla nikâh-ı tenezzühî, sadece aslen hür olup olmadığı konusunda şüphe bulunan cariyeler için uygulanmaktadır. Cariyelerle istifrâşın caiz olup olmadığı hususunda gündeme gelen tartışmalardan biri de yukarıda değinildiği üzere ganimet mallarının usulüne uygun bir şekilde paylaşılmaması meselesidir. Ganimetten elde edilen cariyeler hakkındaki bu tartışma ise, her ne kadar istifrâşla ilgili olsa da nikâh-ı tenezzühînin kapsamına girmemektedir. Çünkü ganimetten elde edilen cariyelerin köle statüsünde olduğu konusunda herhangi bir şüphe söz konusu değildir. Ganimet malı olan cariyenin istifrâşının caiz olmaması, ganimetten pay sahibi olan diğer kimselerin bu cariyeler üzerindeki mülkiyet hakkı şüphesinden kaynaklanmaktadır. Osmanlı kadı sicilleri ve dönemin fetvâ kitapları incelendiğinde nikâh-ı tenezzühînin yapılış şekli bakımından normal nikâh akdinden bir farkı olmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle nikâh-ı tenezzühî, normal nikâh akdinde olduğu gibi şahitler huzurunda, mehir tesmiyesiyle ve tarafların icap ve kabulüyle yapılmaktadır. Ancak nikâh-ı tenezzühî ile nikâh akdinin sonuçları ortaya çıkmamaktadır. Çünkü kendisine nikâh kıyılan cariyenin, cariyelik statüsü devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında nikâh-ı tenezzühînin göstermelik bir nikâh olduğu düşüncesi akla gelebilir. Ancak tıpkı zuhr-i âhir namazında olduğu gibi nikâh-ı tenezzühî de ihtiyat gerekçesiyle diyânî açıdan söz konusu şüpheyi giderme amacına matuftur. Dolayısıyla nikâh-ı tenezzühînin kazâen değil diyâneten gerekli görüldüğü söylenebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde nikâh-ı tenezzühînin, sonradan ortaya çıkan bir problemin mezhep içi ictihad yoluyla çözüme kavuşturulması için ortaya konan bir fetvâ olduğu anlaşılmaktadır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları, Din, Toplum ve Kültür Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2021 |
Gönderilme Tarihi | 9 Ağustos 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 |