Osmanlı
Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda mağlup olmasının ardından Anadolu, İtilaf
Devletlerince işgale uğramıştı. Uzun süren savaşlar ve devlet ekonomisinde
yaşanan zorluklar nedeniyle Anadolu iyice yoksullaşmıştı. Üretim yapabilecek
olan yetişmiş erkek nüfusun da savaşlarda yok olmasıyla ekonomik darboğazdan
nasıl çıkılacağı büyük bir sorun oluşturmaktaydı. İktisadi anlamda durum son
derece kötü idi ancak düşman işgaline karşı büyük bir direnç gösterilmiş ve
yeni bir devlet ortaya çıkmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin savaş sonrası
dönemde nasıl bir ekonomi politika izleyeceği tam olarak bilinmiyordu çünkü hem
var olan sorunlar hem de Osmanlı Devleti’nden kalma borçlar devlet
idarecilerini fazlasıyla kaygılandırmaktaydı. Ekonomik yükselişi sağlamanın
önemli bir ayağı nitelikli iş gücüne sahip olmaktı. Yaşanan çatışmalarda
eğitimli insan gücünün önemli bir kısmı yok oldu. Ticari faaliyetleri yürüten
azınlıklardan da göçlerin yaşanması ekonomiyi daha da kötüleştirdi. Sermaye ve
teknolojik altyapının olmayışı var olan imkanlarla ilerlemeyi zorlaştırıyordu.
Tüm zorluklara rağmen yürütülen toparlanma gayretine en büyük darbeyi 1929
Dünya Ekonomik Krizi vurdu. Kriz, başta ABD ve İngiltere olmak üzere tüm
devletleri etkilemişti. Türk ekonomisi de büyük bir yara almıştı. Bu büyük
krizden kurtulmak ve toparlanmak için 1930 yılında ilk kez devletçilik konusu
gündeme gelir. 1932 yılından itibaren uygulanmaya başlayan devletçilik sistemi,
devlet öncülüğünde sanayiye dayalı bir ekonomik gelişim hamlesi olarak ifade
edilebilir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makale |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 2 Sayı: 1 |