Just as it is a reality that Allah sends prophets to this world, which is a place of trial, it is also possible for some people to remain unaware of these prophets and the messages they brought. Consequently, the question of the afterlife judgment for those who have not received the divine invitation inevitably arises. In the history of Islamic thought, this issue has generally been discussed under the titles The Judgment of the People of Fatrah and The Judgment of Those Who Have Not Received the Invitation. Various approaches have emerged in this context. Many scholars argue that such individuals will be held responsible for acknowledging the existence and unity of Allah, and thus those who do not believe in this will be deserving of eternal punishment. In contrast, a significant group contends that these individuals are not subject to divine mandate and therefore will not be subjected to punishment in the hereafter and will enter paradise. Some also argue that since there is no mandate, neither affirming nor denying will occur for them. Consequently, in the hereafter, they will not enter hell as they are not considered disbelievers, nor will they remain eternally in paradise, as they are not considered believers. They will only receive the reward for their good deeds after the resurrection and then cease to exist. These differing perspectives highlight that this issue represents a significant subject requiring thorough and meticulous scholarly investigation. Nevertheless, research has revealed that there is no independent study focusing on the particular situation of individuals raised in an environment shaped by Islamophobia in relation to their fate in the hereafter. In this study, various perspectives in Islamic thought on this issue have been identified and evaluated. Thus, this study has been conducted with the aim of partially addressing this gap. In this context, the objective is to present this disputed issue while taking into consideration contemporary conditions. Additionally, the study aims to analyze the collected data, synthesize findings, and offer some evaluations. In this study, the methods of literature review, systematic analysis, and evaluation were employed. As a result of the research and examinations, it has been determined that individuals in such situations cannot all be placed in the same category, and that each person will be evaluated based on their unique circumstances in the afterlife. Therefore, it is believed that many of them will attain divine mercy and achieve salvation, while a certain group, possessing specific characteristics, may be deprived of divine mercy and face eternal loss in accordance with divine justice. To clarify further, it is considered appropriate to classify people of Interregnum into four groups. While it is hoped that the first three groups will attain divine mercy and enter Paradise, it is concluded, based on Islamic teachings, that the last group will not be deserving of divine mercy, although the final judgment belongs solely to God. These groups can be briefly described as follows: The first group includes those who, despite living in an environment influenced by Islamophobia, have never heard of Islam, either positively or negatively. Since there is no act of affirming or denying involved, it is not appropriate to classify these individuals as believers or disbelievers. Although it cannot be definitively stated, based on concrete evidence, that these individuals will enter Paradise, it is hoped that they will attain divine mercy and be admitted to Paradise. The second group consists of those who, despite being raised in such an environment, have heard of Islam negatively but do not harbor any hatred or hostility towards it, even inwardly, and maintain a passive stance. These individuals are neither theologically corrupt (fāsid) nor corruptive (mufsid). It is believed that they could be considered in the same category as the first group in the afterlife, and therefore it is hoped that they will attain divine mercy and be saved. The third group includes those who, due to the influence of such an environment, have heard of Islam negatively and developed negative thoughts, harboring hatred and hostility towards Islam and Muslims inwardly. However, this hatred remains confined within themselves and does not manifest in verbal or physical acts of violence, indicating a passive yet potentially active disposition. These individuals, while corrupt (fāsid) on a personal level, are not corruptive (mufsid), and thus it is hoped that they will be granted Al-lah’s forgiveness and enter Paradise. However, if Allah chooses to punish them, it would not be an injustice but an act of divine justice. If he rewards them, it would not be as a reward for obedience but rather an act of grace and generosity.
Kalām (Islamıc teology) Islamophobia ahirah (hereafter) dawah (invitation) divine message fatrah (interregnum).
İmtihan yurdu olan bu dünyaya Allah’ın peygamber göndermesi bir gerçeklik olduğu gibi bazı insanların o peygamberlerden ve getirdikleri mesajlardan habersiz kalabilmeleri de mümkündür. Kendilerine ilahi davetin ulaşmadığı kişilerin ahiretteki hükmünün ne olacağının gündeme gelmesi kaçınılmazdır. İslâm düşünce tarihinde de bu mesele, genelde fetret ehlinin hükmü ve kendisine davetin ulaşmadığı kişinin hükmü başlıkları altında ele alınmış ve tartışılmıştır. Bu bağlamda farklı yaklaşımların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu konuda birçok âlim, bunların Allah’ın varlığını ve birliğini bilmekle sorumlu olacağını, dolayısıyla buna iman etmeyenlerin ebedi azaba müstahak olacağını savunmuştur. Buna karşın büyük bir kesim, bunlar için teklifin söz konusu olmadığını, dolayısıyla bunların ahirette azaba uğramayacaklarına ve cennete gideceklerini ileri sürmüştür. Kimileri de bunlar için teklîf söz konusu olmadığı için tasdik ve inkârın da meydana gelmeyeceğini savunmuştur. Dolayısıyla ahirette bunlar, kâfir olmadıkları için cehenneme girmeyecek; mü’minde sayılmayacakları içinde ebedi olarak cennette kalmayacaklardır. Sadece haşr edildikten sonra iyiliklerinin karşılığını görecek akabinde de yok olacaklardır. Bu farklı yaklaşımlar, konunun üzerinde ciddi çalışmaların yapılması gereken önemli bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak yapılan araştırmalar neticesinde İslâmofobinin olduğu bir ortamda yetişmiş birisinin ahiretteki hükmünün ne olacağına dair müstakil bir çalışmanın olmadığı tespit edilmiştir. Bu çalışmada İslâm düşüncesinde ortaya konulan farklı yaklaşımlar zikredilmiş ve değerlendirilmiştir. Böylece boşluğu kısmen de olsa doldurabilmek adına bu çalışma yapılmıştır. Bu bağlamda üzerinde ihtilaf edilmiş olan meselenin, güncel şartlar da gözetilerek ortaya konulması hedeflenmiştir. Ayrıca elde edilen veriler üzerinde birtakım analizlerde bulunulmuş ve sentezleme yapılıp bazı değerlendirmelerin yapılması amaçlanmıştır. Araştırmada literâtür tarama, sistematik tahlil ve değerlendirme yöntemi kullanılmıştır. Araştırma ve incelemeler neticesinde bu durumdaki bireylerin tamamının aynı kategoride kabul edilemeyeceği, ahirette her bireyin kendi durumuna göre özel değerlendirileceği, dolayısıyla birçoğunun ilahi rahmete mazhar olup kurtuluşa erebileceği; ancak belli özellikler taşıyan bir kesimin ilahi rahmetten mahrum kalabileceği, ilahi adalet ile ebedi hüsrana uğrayabileceği kanaati hâsıl olmuştur. Daha açık bir ifadeyle fetret ehlinin dört sınıfta ele alınması uygun görülmüş, ilk üç grubun, ilahi rahmete mazhar olarak cennete girebilecekleri ümit edilmişken, son grubun, nihai hüküm Allah’a ait olmakla beraber İslâmî öğretilerden hareketle ilahi rahmete müstahak olamayacakları kanaatine varılmıştır. Bu grupları kısaca şöyle zikretmek mümkündür. Birinci gruptakiler, İslâmofobinin olduğu bir bölgede yaşamalarına rağmen İslâm’ı olumlu ya da olumsuz hiç duymamış olanlardır. Bunlarda herhangi bir tasdik ve inkâr etme eylemi söz konusu olmadığı için onların mü’min ya da kâfir olarak nitelendirilmesi uygun olmadığından cennete gireceklerini kesin bir delile dayanarak söyleyememekle beraber ilahi rahmete mazhar olup cennete girecekleri ümit edilir. İkinci gruptakiler, böyle bir ortamda yetişip de İslâm’ı olumsuz bir şekilde duymuş; ancak kalben de olsa nefret ve düşmanlık beslemeyen, pasif bir tutum sergileyenlerdir. Bunlar, itikadi açıdan ne fâsid ne de müfsittir. Bunların da ahirette birinci gruptakilerle aynı değerlendirilebileceği, dolayısıyla ilahi rahmete mazhar olup kurtulmaları ümit edilir. Üçüncü gruptakiler, böyle bir ortamın etkisiyle İslâm’ı olumsuz bir şekilde duymanın etkisiyle kendisinde olumsuz düşünceler oluşan; İslâm’a ve Müslümanlara karşı nefret ve düşmanlık beslemekle beraber bu nefreti, sadece kendisiyle sınırlı kalıp sözsel ve fiziksel bir şiddet ve eyleme dönüşmeyen, sadece kalben rahatsızlık duyanlardır. Kısaca pasif, ancak her an aktif hale dönüşecek potansiyelde olanlardır. Bunlar, her ne kadar bireysel olarak fâsid olmuşlarsa da müfsid olmadıkları için ahirette Allah’ın af ve mağfiretine mazhar olabilecekleri ve cennete girebilecekleri ümit edilir. Bununla beraber Allah, bunlara azap ederse bu bir cezalandırma değil, adalettir. Mükâfat verirse de taate karşı bir sevap değil, fazilet ve cömertliktir. Dördüncü gruptakiler ise İslâm’ı olumsuz bir şekilde duymaktan etkilenerek kendisinde olumsuz düşünce oluşan, kendisi İslâm ve Müslümanlara düşmanlık beslemekle kalmayıp, onların aleyhinde kara propaganda yaparak başkalarını da kin, nefret ve düşmanlığa teşvik eden ve düşmanlığını eyleme geçirenlerdir. Başka bir ifadeyle radikal ve aktif bir şekilde nefret etmekle kalmayıp İslâm ve Müslümanlara yönelik sözsel ve fiziksel şiddet eylemlerinde bulunanlardır. Bunlar özellikle bizzat iradeleriyle inkâr ederek fâsid ve müfsid olduklarından dolayı bunların ahirette ilahi rahmete mazhar olamayacakları düşünülmektedir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Kelam |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2024 |
Gönderilme Tarihi | 4 Ekim 2024 |
Kabul Tarihi | 17 Aralık 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 15 Sayı: 2 |
Mesned İlahiyat Araştırmaları Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.