Kadın sünneti, kadının dış genital organlarının dinsel, kültürel vb. gerekçelerle çeşitli düzeylerde kesilip alınması olarak tanımlanmaktadır. Tarihsel olarak özellikle batı, doğu ve kuzey Afrika ile Ortadoğu ve Asya’nın bazı bölgelerinde görülen bir gelenektir. 29 ülkede tespit edilen uygulama biçimi kültürden kültüre de farklılık göstermektedir. Ne var ki günümüzde göçler vasıtasıyla neredeyse küresel bir uygulama alanına sahip bulunmakta ve her geçen gün onlarca kadın, sünnete maruz kalmaktadır. Bu yayılıma paralel olarak, özellikle kadın sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle sadece uygulanan ülkelerin değil, dünya genelini ilgilendirmeye başlayan bir kültürel pratik haline dönüşmüştür. Bu noktada uluslararası kuruluşlar kadın sünnetinin insan haklarına aykırılığını vurgularken, akademik çalışmalar ise geleneği, bağlamı içinde anlama çabasına girişmişlerdir. Bu çalışma ise Somalili sığınmacılar örneğinde, kadın sünnetini, kültür ve kimlik arasındaki ilişki bağlamında ele almıştır. Kültürün, bir toplumun genel yaşam tarzını oluşturmakla birlikte, göç sonrası yeni kültürel çevreye uyarlanma konusunda da kimi toplumsal kural ve düzenlemelerin sürdürülmesinde ve hatta meşrulaştırılmasında kilit bir rol üstelendiği ileri sürülmektedir. Kuşkusuz bireylerin, kendi kültürel çevrelerinde başat olan bir geleneği reddetmeleri ya da o gelenek ile mücadele etmeleri güçtür. Ancak farklı bir kültürel çevre, birey ya da grupların reddetme/karşı koyma ihtimallerini artırmasına karşın gelenek(ler) kimi zaman tekrar gündeme gele-bilmektedir. Bu bağlamda geleneğin neden yeniden gündeme geldiği, toplumsal hayatın ya da grup kimliğinin sürdürülmesindeki rolü ile ilişkili olacaktır. Kadın sünnetinin göç, kültür ve kimlik arasındaki ilişkiyi açıkla-mada örnek olarak alınmasının temel sebebi, sığınmacı statüsündeki Somalililer arasında grup kimliğinin ko-runmasının bir argümanı haline getiriliyor olmasıdır. Somaliler, iç savaş, yoksulluk, kuraklık sonrası oluşan kıtlık vb. gerekçelerle Türkiye’ye sığınma taleplerinin sonucunda 2000’li yılların başlarından itibaren bir uydukent olan Burdur iline yerleştirilmeye başlanmıştır. Ancak Somaliler ile yerli halk arasındaki fenotipik ve kültürel farklılıklar, sığınmacı gurubun, çoğunluk grubundan izole yaşamlarını ve yeni kültürel çevreye dahil olma/ol(a)mamalarına neden olmuştur. Benzer biçimde Türkiye’nin, üçüncü ülkeye göç etme talepleri karşılanıncaya kadar, geçici bir yerleşim olarak görülmesi göç kaynaklı uyum sorunlarının çözümünü de güç hale getirmektedir. Böylece genel olarak ev sahibi kültüre entegre olamama, kültür ve kimliğe ilişkin dinamiklerin yeniden gündeme gelmesine neden olmaktadır. Saha araştırmasına dayalı olan bu çalışma 30 Somalili kadın ile derinlemesine görüşmeler yapılarak gerçekleştirilmiştir. Kadın sünnetinin genel bir betimlemesine yer verilerek temelde göç sonrası grup kimliğinin korunmasında kültürel dinamiklerin nasıl işlevsel hâle getirildiğine odaklanılmıştır. Saha çalışmasına dayalı veriler izleğinde, grup kimliğinin tehdit altında hissedilmesi nedeniyle kadın sünnetinin, kültür ve kimlik arasındaki ilişkiye bağlı olarak yeniden inşa edildiği görülmüştür. Zira kültürel çevrenin farklılaşmasına paralel olarak ortaya çıkan kültürel değişme sürecinde bir davranış, düşünce ya da tutumun varlığını sürdürebilmesi toplumsal yapı içindeki işlevselliğine bağlıdır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Antropoloji |
Bölüm | ARAŞTIRMA MAKALELERİ |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 20 Eylül 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 Cilt: 17 Sayı: 131 |