Au départ, une question d’érudit : quelle conception de la danse soufie pouvons-nous développer en premier lieu ? Cette question implique certainement un examen approfondi des traditions soufies turques. Or, au sens où nous, les modernes, l’entendons, en ce qui concerne le corps visible, il n'existe actuellement qu'une gesticulation très vivante et raffinée. Mais au regard de l’argumentation d’ensemble, il semble possible d'affirmer que la danse est finalement considérée comme un écart, même excessif, par rapport à un état ‘normal’ du corps communicant, du corps qui parle et gesticule dans l'intention de communiquer. La danse en vient finalement à se déterminer comme écart, et même écart excessif. Comme rupture de vraisemblance. La danse soufie désigne non seulement un écart quantitatif mais également le risque d’une bascule qualitative du corps hors de la signification, sa chute dans l’insignifiance sensible. Dans cette étude, je vais établir une approche sémiologique concernant les aspects gestuels, les mouvements et le corps dans la danse soufie ou le samâ, qui est en général classé dans la catégorie danse non-théâtrale. Il serait donc souhaitable que le terme non-théâtrale, à la fois vague et connoté, soit envisagé avec prudence et que son emploie soit justifié. Pour ce faire, il s’agit de montrer que les gestes dans la danse ne sont plus pensés comme l’accompagnement charnel et spontané de la parole, mais bel et bien comme le premier mode possible de communication, comme protolangage. Ensuite je vais traiter la danse soufie en relation avec la philosophie de la Grèce antique et la phénoménologie heideggérienne pour explorer les dimensions philosophiques et phénoménologiques de samâ, autour de la question de la transcendance et de la présence. Dans la danse soufie, les danseurs cherchent à atteindre un état de transe ou d’extase, transcendant ainsi les limites de la conscience ordinaire pour atteindre une expérience de présence et d’union mystique avec le divin. Cela peut être associé à l’idée de transcendance dans la philosophie de Plotin ; le corps dansant, en tant qu'une forme d'unité spontanée des articulations intelligibles, manifeste une intelligence unifiée à travers le corps appartenant à l'univers physique.
This study aims to establish a semiological approach to the gestural aspects, movements, and embodiment found in Sufi dance, commonly known as sama, which is typically categorized as a non-theatrical form of dance. However, it is essential to pay attention when employing the term non-theatrical, as it possesses both vague and connotative qualities. Therefore, its usage should be justified and approached with careful consideration. The objective of this research is to demonstrate that gestures within dance should no longer be regarded solely as corporeal and spontaneous accompaniments to speech, but rather as the primary mode of communication, akin to protolanguage. Subsequently, this study will explore the relationship between Sama and ancient Greek philosophy, as well as Heideggerian phenomenology, to delve into the philosophical and phenomenological dimensions of the Sufi dance. It will specifically investigate the notions of transcendence and presence within the context of Sama, drawing upon insights from these philosophical and phenomenological frameworks.
Akademik bir soruyla başlayalım: sema dansıyla ilgili hangi kavramlar üzerinden düşünebiliriz? Bu soruyu cevaplamak için kesinlikle tasavvuf kültürünün derinlemesine incelenmesi gerektiğini biliriz. Peki, dansta sadece görünen beden söz konusu olduğunda, sıradan, modern bir insan gördüğünü ifade edebileceği sözcükleri nasıl seçer? Genel geçer bir akıl yürütmeyle canlı ve rafine jestler ile gördüklerini tasvir ederek kavramsallaştırdığını söyleyebiliriz. Dansın nihayetinde, iletişim kuran bedenin, iletişim kurma niyetiyle jestler üreten bedenin normal halinden bir sapma, hata aşırı bir sapma olarak kabul edildiğini söylemek mümkün görünür. Dans kendini bir sapma, bir kopuş olarak konumlandırır. Dolayısıyla başlangıçta sorduğumuz soruya bir cevap olarak kısaca, dansın gerçeklikten bir kopuş olarak yorumlanabileceğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda yazının konusu olan sema dansı, yalnızca niceliksel bir sapmayı değil, aynı zamanda bedenin niteliksel olarak anlamdan kopması, duyusal bir hiçliğe düşmesi riskini de barındırır. Bu çalışmada, genellikle teatral olmayan dans olarak sınıflandırılan Sema’da jestler, hareketler ve beden göstergebilimsel bir yaklaşımla incelenmektedir. İlk şamada teatral olmayan danslar sınıflandırılması tartışmaya açılarak, kavramın kullanım alanı gerekçelendirilecektir. Bu amaç doğrultusunda, danstaki jestlerin konuşmanın, artık bedensel ve spontane eşlikçisi olarak değil, ilk olası iletişim biçimi, bir ön-dil olarak düşünüldüğünü göstermek amaçlanmaktadır. İkinci bir aşamada ise, aşkınlık ve mevcudiyet meselesi etrafında bu dansın felsefi ve fenomenolojik boyutlarını keşfetmek için antik Yunan felsefesi (kozmolojik yaklaşım) ve Heideggerci fenomenolojiyle ilişkisi ele alınacaktır. Bu iki felsefi geleneğin ilişkisi dans eden fiziksel beden ile bu bedenin kendini ifade etmeye çalışan psişik yaşamı arasındaki gerilimler üzerinden kurulmuştur.Semazenler, sıradan bilincin sınırlarını aşarak mistik bir mevcudiyet ve ilahi olanla birleşme deneyimine ulaşmak için bir trans ve vecd haline erişmeye çalışırlar. Bu yaklaşım üzerinden, İlkçağ Yunan filozoflarından Yeni Platoncu olarak nitelendirilen Plotinus’un felsefesindeki aşkınlık fikriyle sema dansı ilişkilendirilebilir; dans eden beden, düşünülebilenin birliğinin biçimi olarak fiziksel evrene ait beden aracılığıyla birleşik bir zekayı ortaya koyar. Plotinus’un geleneğinin devamını İslam Felsefesi düşünürlerinden Gazâlî’nin sema dansıyla ilgili düşünceleri de benzer bir yaklaşım üzerinden bu yazıda ele alınmaktadır. Bir diğer yandan, Filozof Martin Heidegger tarafından geliştirilen Heideggerci fenomenoloji ise, insan varoluşu ve dünyada nasıl var olduğumuz sorusuyla ilgilenir. Martin Heidegger’in bir sanat eseri olarak dans eden bedene yönelik fenomenolojik yaklaşımının şu bakımdan Plotinus’un kozmolojik felsefesiyle benzerlik taşıdığını söylemek mümkündür: Fiziksel olan ile ruhani olan, başka bir deyişle bedenlenmiş olan ile bu bedenin kendini ifade etmeye çalışan psişik yaşamı arasındaki gerilimler, dünya ve yeryüzü karşıtlığında bulunur. Böylece, antik Yunan felsefesi ve Heideggerci fenomenoloji arasındaki bağlantıları inceleyerek Sema dansının ruhani, bedensel ve fenomenolojik boyutlarını ve varoluşsal önemini daha iyi anlamamız mümkündür.
Birincil Dil | Fransızca |
---|---|
Konular | Kültürel çalışmalar (Diğer) |
Bölüm | ARAŞTIRMA MAKALELERİ |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 14 Aralık 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 18 Sayı: 140 |