Uygarlıktan söz etmek, bazen toprak altından çıkarılan bir mozaikten, bir vazodan ya da bin yıllardır kınında mahzun duran zümrütlerle süslü bir hançerden söz etmektir. Bazen narin bir hanımın tebessümü eşliğinde sunduğu bir kadehten, bazen armonik figürler arasında kayıp giden zarif bir danstan söz etmektir. Birinci gruptakiler müzelerde sergilenen ölmüş kültürlerin günümüze ulaşma çabalarına dair şeyler, ikinciler hayatımızı anlamlandıran, bize yaşama sevinci bahşeden özel anlar, ilişkilerdir. Uygarlıktan söz etmek insandan ve onun yeryüzündeki serüveninden söz etmektir aslında. Kahramanlıkların, alçaklıkların, hayal kırıklıkları ve trajedilerin tasviridir bir bakıma!. Olup bitenlere bakıldığında, uygarlığı bir cinsiyet parantezine almak çok anlamlı gibi görünmemekte. Ancak yine de apriori olarak bizi kuşatan bu fenomenlerin arkasına sarkarak bakmalıyız geçmişe. Acaba uygarlıktan söz etmek salt geçmişle ilgilenmek midir? Yoksa tamamlanmamışlığına telmihen (Elias 2000: 5)** geleceğe dair bir kaygıyı, bir umudu paylaşmak mıdır? Eğer son söylediklerimiz daha bir sıcak, daha bir anlamlı geliyorsa kulağımıza, o halde kadından ve erkekten söz edebiliriz. Onların birlikte yarattıkları uygarlığın cinsiyeti hakkında entelektüel bir çaba sarf edebiliriz.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Mart 2006 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2006 Cilt: 2 Sayı: 8 |
Muhafazakar Düşünce Dergisi