Her ne kadar küreselleşme terimi, 1990'lı yıllardan itibaren yoğun olarak kullanılmaya başlanmışsa da, küreselleşmenin yeni bir olgu olmadığını belirtmek gerekir. Amartya Sen, küreselleşmenin başlangıcını oldukça eskilere götürür. Ona göre küreselleşme, "(y)eni bir şey değildir. Binlerce yıldan beri küreselleşme; seyahatler, ticaret, göçler, kültürel geçişler ve bilginin yayılmasıyla (bilim ve teknoloji dahil) gelişmiştir".1 D. Held, günümüzdekine benzer küresel karşılıklı bağlantıların ilk nüvelerinin 16. yüzyılın sonlarında, yani modern devletin doğduğu ve bir dünya ekonomisinin oluşup genişlemeye başladığı zaman diliminde bulmanın mümkün olduğunu belirtir (1995: 190). Daha sonraki süreçte, ekonomik ve ticarî yaşamda hareketliliğin artmasına paralel olarak, devletler arasındaki karşılıklı ilişkiler daha da güçlenmiş ve küresel ekonomik ilişkiler daha bir görülür hale gelmeye başlamıştır. Nitekim, 19. yüzyılın ortasına gelindiğinde, bu olgunun farkına varan Marx ve Engels, kapitalist sistemin kültürel ve ekonomik olarak dünyayı birleştirmeye çalıştığının altını çizmişlerdir: “Burjuvazi dünya pazarını sömürerek, üretim ve tüketimi, her ülkenin kozmopolit bir meselesi haline getirdi. Muhafazakarların pişmanlıkları karşısında endüstrinin ulusal tabanını ortadan kaldırdı... Eski günlerin kendine yeterliliği ve bölgesel ulusal yalıtılmışlığı yerini uluslararasında yaygın bir dolaşım ve karşılıklı bağımlılığa bıraktı. Bu, maddi üretim kadar entelektüel üretim için de geçerlidir."
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Derkenar Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Haziran 2004 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2004 Cilt: 1 Sayı: 1 |
Muhafazakar Düşünce Dergisi