This article examines the concepts of “border”, “war as border violation” and “order” in the context of European universalism. The initial point of the investigation is the paradox included in the concept of universalism. One part of the paradox is that every political universalism was produced by a particularity. On the other side, even when a particular political attitude wants to remain as a particularity, it has to use a universalist language. The hierarchical earth design of racism is the most significant model of that. The relation between the concepts of ‘human’, ‘state as polity’ and ‘international law’ plays an important role in the foundation of European universalism. This study focuses on the moment of 1492 which the foundation of universalism can be rightly determined. 1492 is the year that the Europeans encountered with “other” who radically different from them. The sixteenth century debates about Indians’ characteristics emerged after the Spaniards had invaded Americas present important data for comprehending the moment of encounter. The best known of those debates occurred between two theologians in 1550: The debate between Las Casas and Sepulveda. This debate not only paved the way for the establishment of European universalism but also revealed an important representation of the sixteenth century debates about Indians. However it is Francisco de Vitoria to provide European universalism’s intellectual ground. Vitoria adopted just war theory to Spaniards-Indians encounter and what is more he reclaimed natural law against Papal and Imperial laws. By so doing he reorganized the rules of war and peace in a secular way. It is symptomatic that the students of international law generally ignores Vitoria or pretend that he was a theologian of pre-international law phase. The discipline of international law omitted the just war theory. ‘War’ was defined as the war between sovereign states. Thereby the ‘wars against colonies’ were excluded from the category of war. So the European assaults to colonies were either ignored or depicted as police activities to provide order. What is ignored within the discussions on the new war forms is that point: War, in fact, has never been a war only between two sovereign states.In this respect analyzing the establishment of European universalism is very important. To think of the moment of the foundation of European universalism will provide us to think of peace and war beside the borders of nation-states. Today, if there is a debate about the right to life of infidels to think about European universalism in a universalist way is a necessity.
Bu makalede Avrupa evrenselciliği kavramı etrafında “sınır”, “sınır ihlali olarak savaş” ve “düzen” kavramları sorgulanmaktadır. Sorgulamaya evrenselcilik kavramının içerdiği paradoksla başlanmaktadır. Bu paradoksun bir yanında politik evrenselciliğin her koşulda bir tikelliğin ürünü olması vardır. Diğer taraftan tikel bir tutum, tikel olarak kalmak istediğinde dahi politikleştiği anda evrensel bir içerikle konuşmak zorundadır. Irkçıların hiyerarşik dünya tasarımı bunun en güçlü örneğidir.
Avrupa evrenselciliğinin kuruluşunda; ‘insan’, siyasi topluluk olarak ‘devlet’ ve siyasal toplulukların münasebetlerini düzenleme iddiasında olan ‘devletlerarası hukuk’un birbirleriyle ilişkisi çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu makalede Avrupa evrenselciliğinin kuruluş anının en iyi tespit edileceği ana, Avrupalıların radikal bir öteki ile karşılaştıkları ana odaklanılmaktadır. 1492 yılında İspanyolların Amerikalara çıkışı ve ardından on altıncı yüzyıl boyunca yerlilerin ‘ne’liğine dair gelişecek tartışmalar karşılaşma anını kavramak için önemli veriler sunmaktadır. Bu tartışmalardan en ünlüsü olan Las Casas ve Sepulveda arasında 1550 yılında gerçekleşen tartışma Avrupa evrenselciliğinin kuruluşunun zeminini sağlamakla birlikte yüzyılın kavrayışlarına dair de önemli bir temsil oluşturmaktadır. Fakat Avrupa evrenselciliğinin, evrenin yeni sınırlarını çizdiği asıl düşünsel zemini devletlerarası hukukun kurucu babalarından sayılan Francisco de Vitoria sağlayacaktır. Vitoria’nın skolastik yöntemden yola çıkarak haklı savaş kuramını yeni olgulara uyarlaması, Avrupa evrenselciliğine evrensel niteliğini sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda devletlerarası hukukun, savaşın ve barışın kurallarını koyacaktır. Klasik devletlerarası hukukun Vitoria’ya yönelik görmezden gelme yaklaşımı ise semptomatiktir. Haklı savaş kuramı devletlerarası hukuk öncesine atılarak Amerikalara ve diğer sömürgelere yönelik yürütülen savaşlar, egemen devletler arasında yürütülen ‘savaş’ kategorisinin dışına çıkartılmış ve bu savaşlar bir tür düzen kurma (uygarlaştırma) faaliyeti olarak görülmüştür. Bugün savaşın yeni biçimleri olarak tartışılan düzlemde atlanan ya da görmezden gelinen nokta budur.
Avrupa evrenselciliğinin kuruluş zeminini incelemek bu bakımdan önem taşımaktadır. Makalede bu nedenle savaşın ve barışın yeni formu olarak adlandırılan duruma, Avrupa evrenselciliğinin kuruluş anından bakılmakta, savaş ve barışın devlet sınırlarının ötesinde düşünülmesi gerektiği önerilmektedir. Bunu düşünmenin yolu, evrensel bir evrenselcilik ufkunun sağlayacağı eleştirel bir değerlendirmeden geçmektedir. Bugün yanı başımızda ‘kâfirlerin’ yaşam hakkına sahip olup olmadığı tartışması ekseninde yürüyen savaşın Avrupa evrenselciliğinin kuruluş anı ile ilişkisi kurulmalı, Wallerstein’in ifadesiyle süper-tikelciliğe karşı mücadelenin yolları bu perspektifte aranmalıdır. Savaşı ve barışı, Avrupa evrenselciliği ile çizilen yeryüzünün sınırları bağlamında incelemek devletlerarası hukukun oluşumuna ve işleyişine ilişkin genel kabul görmüş yargıların tekrar düşünülmesini zorunlu kılmaktadır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makale / Articles |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 17 Ekim 2014 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2014 Cilt: 38 Sayı: 3 |