le, izleyicinin, reklamın, gelirin ve istihdamın büyük çoğunluğu hala konvansiyonel medyada gerçekleşiyor. Bu duruma göre, konvansiyonel medyanın [uzunca] bir süre daha etkinliğini sürdüreceğini öngörebiliriz. Daha da önemlisi, konvansiyonel medya kurum ve kurallarının geçerliğinin sürmesidir. Örneğin, bunca eleştiriye ve hatta skandallara karşın rating sistemi hala yürürlüktedir ve sağladığı veriler sektörde itibar görmektedir. Üstelik reklamcılar ve reklam verenler, bu sistemi bir takım değişikliklerle yeni medyada da sürdürme eğilimindedir. Televizyon dünyasının salt kantiteye dayalı ölçümündeki sorunlar, yeni medyada ‘tıklanma sayısı’ fetişiyle bir başka boyuta taşınmıştır. Benzer şekilde, sendikasızlaştırmayı zaten 1990’larda keşfetmiş bulunan konvansiyonel medyadaki emek yanlısı olmayan istihdam politikaları, yeni medya patronları tarafından da (özellikle dijital ajanslarda) aynen sürdürülme eğilimindedir; üstelik freelance etiketiyle süslediği “parça başı içerik üretimi” sistemini de baş tacı ederek ve sömürüyü derinleştirerek. Bir kez daha, Marx’ın ileri teknolojinin sömürüyü (artı değeri) artırdığı tezini hatırlamalıyız: 19. yüzyılda İngiltere’de matbaalara yeni makinaların girmesiyle işçilerin düştüğü sefil durum öğreticidir (2003: 416). Teknolojik ilerleme, verimlilik artışına bağlı olarak, artı değeri ve sömürü oranını da artırmaktadır. Özellikle medya sektöründe ileri teknoloji, düşük ücret ve yüksek işsizlik oranları demektir (Atabek, 2004). Bu durumun yeni medya için de pek farklı olmadığını söyleyebiliriz. Bunun güncel ve somut bir örneği olarak, dijital görsel efektlerin gerçek sahibi genç profesyonellerin çekingen occupy vfx eylemlerini ele alabiliriz (www.occupyvfx.org). Sinemada da yüksek teknolojinin göz kamaştıran ışıltısı, emeğini satarak çalışanların [yüzde 99’un] maruz kaldığı yüksek sömürüyü gizleyemiyor.Yeni medyadaki emek sömürüsü konusuna farklı bir yaklaşım, “izleyici emeği” kavramına dayanmaktadır. İlk kez, Dallas Smythe’in (1977) kullandığı “bir meta olarak izleyici” kavramsallaştırmasından sonra alevlenen “Batı Marksizmi’ndeki Kör Nokta” tartışması, eleştirel ekonomi-politik paradigmayı ve izleyici emeği kavramını iletişim çalışmaları literatüründe önemli bir konuma getirmiştir (Bermejo, 2009; Fuchs, 2012a). Bu tartışmada Smythe (1977: 3) Batı Marksizmi’nin kitle iletişimini materyalist bir yaklaşımdan çok idealist bir yaklaşımla ele aldığını ve bu nedenle de izleyicilerin tekelci kapitalizme dayalı ve reklamla beslenen kitle iletişim sisteminde bir meta olarak işlev görmelerini kavrayamadıklarını ileri sürer. Marksist emek değer kuramına dayanan bu yaklaşıma göre izleyici, reklam verenlerin satın aldığı bir metadır. İzleyiciler bir meta olarak yayıncılar tarafından üretilirler ve satılırlar, reklam verenler tarafından satın alınarak kullanılırlar, reklam endüstrisi ve ölçüm sistemi de düzeni ve standartları sağlar. Reklam verenin satın aldığı meta olarak izleyici, medya içeriğini ilgiyle izleyerek reklamı yapılan markalar (kendisini satın alan reklam verenin markaları) için talep yaratma işini gerçekleştirir; böylece izleyici emeği ortaya çıkar. Bu emek karşısında izleyiciye doğrudan bir ödeme yapılmaz ama izleyicilerin emeklerinin karşılığı, ‘seçtikleri’ medya içeriklerini izleyebilmeleridir. Jhally ve Livan (1986) bu yaklaşımı bir adım daha ilerleterek, izleyicilerin izleyerek çalıştıklarını, bu emeklerinin karşılığında artı değer ürettiklerini ve bu değerin belirlenebilir ve ölçülebilir değer olarak yayıncıların karına dönüştüğünü vurgulamışlardır.Konvansiyonel medya için geliştirilen bu yaklaşım, yeni medya analizleri için de geçerlidir. Üstelik bu kez izleyiciler, sadece içeriği izlemekle almazlar kullanıcı tarafından üretilen içerik (user-generated content) ile de içerik üretimine doğrudan katkıda bulunurlar. Google’ı eleştirel ekonomi politik bir perspektifinden ele alan Fuchs (2012b), meta olarak izleyici kavramından yola çıkarak üretici-tüketici (prosumer) kavramının bu tür yeni medya etkinliklerini açıklamakta yararlı olacağını belirtiyor. Google’a arama yapan, fotoğraf ya da video yükleyen, bloğuna yazı yazan, Facebook profilini güncelleyen kullanıcı metalaşmış izleyiciyi oluşturur; ancak konvansiyonel medyaya göre yeni medyada farklı olan şey, bu izleyicilerin aynı zamanda içerik üreticileri olmalarıdır. Google bir yandan, üretici-tüketicilerin ürettikleri içerikleri endeksleyerek [asıl işlevi budur] onları sömürürken, diğer yandan da onların çeşitli Google hizmetlerini (Gmail, Google Maps, GoogleDocs, Google Translate vb.) kullanması sonucunda oluşan artı değeri reklam dünyasına sunmaktadır. Bu ise, “tam hedeflenmiş reklam” olarak yeni bir pazarlama etkinliğini gündeme getirir ve Google sürekli artan karlarının en önemli kısmını buradan elde eder. Benzer şekilde Fisher (2012), Facebook kullanıcılarının sosyal ağlara katılımları nedeniyle bir yandan daha az yabancılaşma yaşarlarken, diğer yandan da, paradoksal bir şekilde daha fazla sömürüldüklerine vurgu yapmaktadır. Sosyal
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Yorum |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 24 Eylül 2013 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2013 Cilt: 37 Sayı: 3 |