Bu çalışma Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu iktisadi çalkantı döneminde inşaat ve
gayrimenkul sektörlerinin kriz dinamiklerine odaklanmaktadır. Bu kapsamda, öncelikle
yapılı çevre üretiminin finansallaşan kapitalizmde edindiği konum ve bu konumun
beraberinde getirdiği kriz dinamiklerine dair kuramsal literatür üzerine bir tartışma
yapılacak ve bu tartışma ışığında Türkiye örneği alacalı (variegated) finansallaşma
çerçevesinde gerçekleşen bir inşaat patlaması olarak değerlendirilecektir. Çalışmanın
bulguları, Türkiye’de inşaat sektörünün AKP’li yıllarda yaşadığı “boom-bust” döngüsünün
küresel örüntülere benzerlik açısından ‘karma’ nitelikler taşıdığını ortaya koymaktadır.
2017 yılı itibariyle toplam katma değerin %9,8’ini üreten inşaat sektörüyle Türkiye,
OECD ülkeleri arasında açık ara birinci konumdadır ve bu oran 2008 krizinde inşaat
ve emlak kaynaklı büyük çöküşler yaşayan İrlanda, İspanya gibi ülkelerin kriz öncesi
değerlerine oldukça yakındır. Öte yandan, 2018 itibariyle bir tıkanma dönemine giren
inşaat sektörünün kriz dinamikleri küresel örüntülerden farklılaşmaktadır. Literatürde
en büyük risk kaynağı olarak değerlendirilen mortgage piyasaları, AKP’li yıllarda finans
ve gayrimenkulü birbirine yaklaştıran düzenlemelerle büyük bir atılım sergilemiş
olmakla birlikte kayda değer bir risk kaynağı oluşturmaktan uzaktır. GSYH’nin ancak
%6’sına tekabül eden mortgage hacmiyle, Türkiye sadece gelişmiş kapitalist ülkelerin
değil birçok Güney ülkesinin de gerisinde seyretmektedir. Öte yandan, gayrimenkul ve
finansı bir araya getiren bir diğer mekanizma olan GYO (gayrimenkul yatırım ortaklığı)
piyasalarında yaşanan hızlı büyüme dalgası 2018 itibariyle sona ermiş, son 1,5 yılda
%35 değer kaybı yaşanmıştır. %34’lük payıyla sektörün lideri konumundaki kamu
kuruluşu Emlak Konut GYO’nun aynı dönemdeki değer kaybı %60 olmuştur. Bununla
birlikte, 2012-2017 arası ülke ortalamasının belirgin bir şekilde üstünde değerlenen;
2017’den itibaren reel, 2019’dan itibarense nominal olarak değer kaybetmekte olan
İstanbul konut piyasası patlamakta olan bir konut balonu görüntüsü vermektedir.
Yüksek faiz oranları, düşen fiyatlar, azalan satışlar ve son 6 yılda konut stokuna eklenen
1 milyonun üzerinde satılmamış yeni konut, sektörde derin bir darboğaz yaşandığını
göstermektedir. Dahası, söz konusu darboğaz, AKP iktidarının sektörü ayakta tutmaya
yönelik KDV indirimi, konut seferberliği, kamu bankaları üzerinden düşük faizli konut
kredisi sağlama gibi tedbirlerine rağmen yaşanmaktadır. 2017’den bu yana kapanan
şirketlerin içerisinde %20’lik payla inşaat ve gayrimenkul sektörleri iktisadi çalkantıdan
en şiddetli etkilenen sektörler arasındadır. Üstelik, finansal olmayan kuruluşlar
dışarıda tutulduğunda toplam dış borcun %23’ü bu iki sektörün üzerindedir. Bunlara
ek olarak, kullanım garantili kamu-özel işbirliği antlaşmaları ve hazine teminatlı mega
projelere dair göstergeler, sektördeki tıkanıklığın kamu maliyesi üzerinde de belirgin
bir yük yaratmaya başladığını ortaya koymaktadır. Bütünüyle değerlendirildiğinde bu
göstergeler, AKP’li yıllara damga vuran inşaata dayalı birikim sürecinde şiddetli bir kriz
durumuna işaret etmektedir. Küresel literatürde vurgulanan örüntülerden farklı olarak,
Türkiye’nin inşaat krizinde mortgage piyasaları değil müteahhit borçları başat kriz
dinamiği olarak öne çıkmaktadır.
Neoliberalizm, finansallaşma, inşaata dayalı birikim, Adalet ve Kalkınma Partisi, kriz.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makale / Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 24 Mart 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 Cilt: 44 Sayı: 1 |