Makâm ve Hâl, sâlikin seyr u sülûk yolundaki mertebesine ve hangi aşamalardan geçtiğini ifade eden iki terimdir. Makâm kulun, Hakk’ın huzurunda bulunduğu mânevî yeri gösteren, çeşitli ibâdet, riyâzet ve mücâhedelerin yapıldığı süreçleri barındırır. Hâl kulun bir kastı olmaksızın kalbe gelen sevinç, hüzün, korku ve ümit gibi durumlardır. Tasavvuf terminolojisinin önemli hâllerinden olan fenâ ve bekâ, seyr u sülûk sürecinde mürîdin ulaşmak istediği en son hedef olarak bilinir. Fenâ, kulun kulluğunu görmekten fâni olmasıdır. Bekâ ise ilâhi tecellîleri temâşâ etmekle bâkî olmasıdır. Sûfîler nezdinde “Ben kulumun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” kudsî hadisinde ifade edilen durum da budur. Zira bu halde olan kimse artık Allah’ta fâni olmuştur. O’nun celâli ve azâmeti karşısında dünya ve ahireti unutmuş, bu hâli yaşadığından bile bihaber olmuştur. Bu makalede tasavvufî literatürde fenâ ve bekânın anlamına, ilk dönem sûfîlerinin bu konu hakkındaki sözlerine değinilecektir. Ayrıca fenâ ve bekâ kavramının tasavvufî eserlerdeki konumu ele alınacaktır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din, Toplum ve Kültür Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 23 Aralık 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Cilt: 2 Sayı: 2 |