İdare hukuku
literatüründe “Bağımsız İdari Otoriteler”
olarak da adlandırılan düzenleyici ve denetleyici kuruluşların, ilk
olarak ABD’ de 1880’li yıllarda; Kıta Avrupası ülkelerine bakıldığında ise,
2.inci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktığı; ancak Türkiye gibi gelişmekte
olan ülkelerin gündemlerine yoğun olarak 1980’li yıllardan itibaren girmeye
başladığı görülmektedir.
Devletin uzun
yıllar devam eden müdahaleci ve korumacı politikaları; özellikle de ekonomik
hayata müdahalesi, İkinci Dünya Savaşı sonrası meydana gelen teknolojik gelişme
ve değişmeler, kişilerin yaşam standartlarının yükselmesi, kamu hizmeti ve kamu
yönetimi anlayışının değişimine paralel olarak evrensel hizmet(minimum hizmet
veya etkin hizmet) gibi kavramların önem kazanmaya başlaması ve 1980’li
yılların başlarından itibaren küreselleşmenin de etkisiyle devletin ekonomik
hayattan çekilmeye başlamasıyla beraber düzenleme konusunda meydana gelen
boşluk; daha sonraları temel hak ve özgürlükler, enerji, çevre, sağlık, iletişim gibi alanlarda da
faaliyet gösteren, uzman kişilerden oluşan özerk nitelikteki bu kuruluşlarla doldurulmaya
başlanmıştır.
Anayasa
Mahkemesi’nce kamu kurumu niteliğinde olduğu kabul edilen, anayasal sistem
açısından ise yerinden yönetim kuruluşları arasında yer alan, “hizmet
bakımından yerinden yönetim kuruluşu” olduğu kabul edilen düzenleyici ve
denetleyici kuruluşların merkezi idare ile olan ilişkileri, idarenin bütünlüğü
ilkesinin ne şekilde gerçekleştirileceği ve idari vesayet yetkisi tartışılmaya
devam etmektedir.
Bu çalışmada, söz
konusu kuruluşların idari yapısı içerisindeki yerleri, Anayasa Mahkemesi
kararları ışığında, doktrindeki görüşler de ele alınarak ortaya konulmaya
çalışılacak ve düzenleyici ve denetleyici kuruluşların merkezi idare ile olan
ilişkileri, idarenin bütünlüğü ilkesi ve idari vesayet yetkisi bağlamında ele alınacaktır.
Bölüm | Makaleler |
---|---|
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 2 Sayı: 1 |