Bu çalışma, Emma Donoghue'nun Oda’sı ve Nathaniel Hawthorne'un Kırmızı Leke’sini anne ve çocuk ilişkisine odaklanarak psikanalitik bir bakış açısıyla incelemeyi amaçlamaktadır. Oda adlı romanında, yıllarını on bir metrelik bir odada tutsak olarak geçiren annesi Ma ile birlikte beş yaşındaki Jack'in "dış mekan”’da yaşadıklarına, travmalarına, kavgalarına tanık oluyoruz. Room'un ilham kaynağı Avusturya'daki Fritzl vakasıdır ve gerçek vakada Elizabeth Fritzl biyolojik babası tarafından 24 yıl boyunca tecavüze ve cinsel istismara uğramış ve bu iğrenç sistematik ensest sonucunda evlerinin kilerinde 7 çocuk dünyaya getirmiştir. Emma Donoghue'nin muhteşem kalemi, Elizabeth ve oğullarından birinin bu yürek burkan durumunu Ma ve Jack isimlerini vererek kurgusal bir şekilde yazmaktadır. Öte yandan, Kırmızı Leke, terk edilmiş bir dünyada Hester ve Pearl'ün yakın ilişkisini ele almaktadır. Birbirlerinin yansıması, vicdanlarının sesi ve zorlu bir toplumda hayatta kalmaları için birbirlerinin umut ışığıdırlar. Özellikle Hawthorne'un yaşamı, Hester Prynne, Dimmesdale ve Chillingworth arasındaki ilişki ile Oidipus kompleksinin gözlemlenmesi gibi pek çok açıdan örtüşmektedir. Yazar, psikanalitik kuram aracılığıyla kendini onların yerine koyarak bilinçdışındaki kişiliğini karakterlerine yansıtır. Her iki roman da bir annenin çocuğuyla kapalı, izole bir alanda, tenha odalarına hapsedilmiş tutsaklar gibi özdeşleşmesini işleyerek, birbirlerini nasıl tamamladıkları ve sosyal baskı altında anne-çocuk ilişkisinde birbirlerinin gelişimlerine ve dönüşümlerine nasıl katkı sağladıklarını göstermektedir. Yazma eylemiyle yazar arzularını ifade eder ve kelimeler onun imceleme araçları haline gelir. Bir arkeolog gibi geçmişi araştırır ve geçmişin deneyimini ifade etmek ister. Bu nedenle hayal kurar ve isteklerini sanat biçiminde ortaya koyar. Freud'un 1907'de verdiği ve dolayısıyla 1908'de yazılı bir belge olarak yayınladığı Yaratıcı Yazarlar ve Gündüz Düşleri adlı gayri resmi konuşmasında, bilinçdışı düşlem ile yaratıcı sanat arasında yakın bir ilişki vardır ve bir metni okurken, bir bakıma yazarın ruhunu anlarız. İnsanın arzuları bilinçaltı düzeyinde bastırıldığı için ve bir şiir veya romanla ilgili sanatsal bir eser gibi bir şey ürettiğinde, bu arzular ve fikirler ortaya çıkar ve yüzeye çıkar. Bu çalışma, Emma Donoghue ve Herman Melville'in çocukluk travmalarının izlerini taşıyan her iki romanı sergilerken aynı zamanda kurgusal karakterlerin iç dünyalarını, bastırılmış arzularını ve duygularını eylemleriyle nasıl açığa vurduğunu da incelemektedir. Psikanalitik kuramla yakından ilişkili olan Nathaniel Hawthorne, bastırılmış duyguların, arzuların ve içsel düşüncelerin ifade edilmesinde sosyal tabuların ve kısıtlamaların bireyler üzerindeki etkileriyle ilgilenir. Okuyucuların daha sonraki psikolojik dönüşümlerine odaklanarak karakterlerinin karmaşık zihinlerine ve psikolojik bozukluklarına daha derinden inmelerini sağlar. Bu çalışmada ayrıca Ma'nın id, ego, süperegosuna, Jack'in yaşadığı Oidipus sendromuna, karakterlerin bilinçdışının maskesini düşüren rüyalarına da değinilmiştir.
Oda Emma Donoghue Nathaniel Hawthorne Kırmızı Leke cinsiyet rolleri annelik psikanaliz aile içi şiddet
DOĞUŞ ÜNİVERSİTESİ, ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ
İlgi ve desteğiniz için teşekkür ederim.
This study aims to analyse Emma Donoghue’s Room and Nathaniel Hawthorne’s Scarlet Letter from a psychoanalytic perspective with a focus on the mother and child relationship. In the novel Room we witness the experiences, traumas, fight in the ‘’outer space’’ of a five-year-old boy Jack, along with his mother, Ma who spent her years in an eleven-feet room as captives. The inspiration of Room is the Fritzl case in Austria and in the real case Elizabeth Fritzl was raped and sexually abused by her biological father for 24 years and as a result of this disgusting systematic incest, she gave birth to 7 kids in the cellar of their home. Emma Donoghue’s gorgeous pen writes this heart-pounding situation of Elizabeth and one of her sons in a fictional way by naming them Ma and Jack. On the other hand, the Scarlet Letter deals with the intimate relationship of Hester and Pearl in an abandoned world. They are a reflection of each other as well as the voice of their conscience and a light of hope for each other to survive in a challenging society. Especially Hawthorne’s life overlaps with the relationship between Hester Prynne, Dimmesdale and Chillingworth in many respects, such as the observation of Oedipus complex. The writer reflects his unconscious personality on his characters by putting himself in their place through psychoanalytic theory. Both novels feature the identification of a mother with her child in an enclosed, isolated area as if they were imprisoned captives in their secluded rooms and demonstrate how they complete each other and contribute to each other’s self-development and transformation in the mother-child relationship under social pressure. Through the act of writing, the author expresses his/her desires and the words become his/her digging tools. Like an archaeologist, he/she digs for the past and wants to express the experience of the past. Therefore, he/she fantasizes and manifests his/her wishes in the form of art. For Freud’s informal talk called Creative Writers and Day- Dreaming which was given in 1907 and consequently published in 1908 as a written document there is a close relationship between unconscious phantasy and creative art and while we are reading a text, we understand the psyche of the author in a way. Because the desires of a man remain suppressed in his unconscious level of mind and when he produces something like an artistic work regarding a poem or novel, those desires and ideas rise up and come to the surface. While demonstrating both novels that bear the traces of Emma Donoghue and Herman Melville’s childhood traumas, this study also analyses how the fictional characters reveal their inner worlds, repressed desires, and feelings through their actions. Closely related to psychoanalytic theory, Nathaniel Hawthorne deals with the effects of social taboos and constraints on individuals in the expression of repressed feelings, desires and inward thoughts. He enables readers to go deeper into the complicated minds and psychological disorders of his characters with a focus on their later psychological transformation. Ma’s id, ego, superego, Oedipus syndrome that Jack lives, the dreams of the characters that unmask their unconscious starkly are touched upon in this study as well.
Room Emma Donoghue Nathaniel Hawthorne The Scarlet Letter gender roles motherhood psychoanalysis domestic violence Room, Emma Donoghue, Nathaniel Hawthorne, The Scarlet Letter, gender roles, motherhood, psychoanalysis, domestic violence
Birincil Dil | İngilizce |
---|---|
Konular | Sanat ve Edebiyat |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 10 Mayıs 2023 |
Yayımlanma Tarihi | 22 Mayıs 2023 |
Kabul Tarihi | 25 Kasım 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 |