Marmara Denizi’nin Silivri açıklarında 23 Nisan 2025 tarihinde saat 12:49'da meydana gelen 6.2 Mw büyüklüğündeki deprem, yalnızca fiziksel etkileriyle değil, toplumsal ve yönetsel düzeyde yarattığı sonuçlarla da dikkat çekmiştir. Ana şokun hemen öncesi ve sonrasında art arda gerçekleşen sekiz sismik aktivite, başta İstanbul olmak üzere çevre illerde yoğun şekilde hissedilmiştir. Bu durum, uzun süredir kamuoyunun gündeminde olan tehdit algısını tetikleyerek olağanüstü düzeyde panik davranışlarının gözlenmesine yol açmıştır. Güvenli olmayan alanlara yönelim, kent içi tahliyelerde düzensizlik, iletişim altyapısının çökmesi ve ulaşım sistemlerinde aksamalar gibi sorunlar, İstanbul’un çok katmanlı kırılganlıklarını açık biçimde ortaya koymuştur. Deprem sonrası süreçte, bilim insanları arasında yaşanan görüş ayrılıkları, bilgi kirliliğini artırarak toplumsal güveni olumsuz yönde etkilemiş; sosyal medyada yayılan doğrulanmamış içerikli paylaşımlar ise kaygı düzeylerini daha da yükseltmiştir. Söz konusu olaylar zinciri, İstanbul’da yaşanan bu depremin yalnızca mühendislik değil, aynı zamanda psikososyal, yönetsel ve iletişimsel açıdan da ciddi bir stres testi olduğunu göstermiştir. Bu kapsamda, afetlere karşı geliştirilecek dayanıklılık stratejilerinin, yalnızca fiziksel altyapıyla sınırlı kalmaması; toplumsal katılım, ruh sağlığı desteği, kriz iletişimi ve afet okuryazarlığı gibi alanlarla da bütüncül bir biçimde ele alınması gerektiği görülmektedir. Bu tür çalışmaların özellikle afet anına odaklanan bölümlerinin güçlendirilmesi gerektiği, bu olayda açık bir şekilde gözlemlenmiştir. Afet yönetimi politikalarının disiplinler arası bir anlayışla yeniden yapılandırılması, Türkiye gibi yüksek riskli coğrafyalarda hayati bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır.
The earthquake with a magnitude of 6.2 Mw that occurred off the coast of Silivri in the Marmara Sea on April 23, 2025, at 12:49 PM, drew attention not only for its physical impacts but also for the consequences it created at the societal and administrative levels. The eight seismic activities that occurred successively just before and after the main shock were intensely felt, particularly in Istanbul and the surrounding provinces. This situation triggered the perception of threat that had long been on the public agenda and led to the observation of extraordinary levels of panic behavior. Issues such as movement toward unsafe areas, disorder in intra-urban evacuations, the collapse of communication infrastructure, and disruptions in transportation systems clearly revealed the multilayered vulnerabilities of Istanbul. In the post-earthquake period, divergences of opinion among scientists increased information pollution, negatively affecting public trust, while the spread of unverified content on social media further heightened anxiety levels. This chain of events demonstrated that this earthquake experienced in Istanbul was not only an engineering challenge but also a serious stress test in psychosocial, administrative, and communicative terms. In this context, it is evident that resilience strategies to be developed against disasters should not be limited to physical infrastructure alone; they should also be addressed in a holistic manner through areas such as community participation, mental health support, crisis communication, and disaster literacy. It was clearly observed in this case that the components of such efforts focusing specifically on the moment of the disaster need to be strengthened. The restructuring of disaster management policies with an interdisciplinary approach emerges as a vital necessity for high-risk geographies such as Turkey.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Afet ve Acil Durum Yönetimi |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 16 Temmuz 2025 |
Gönderilme Tarihi | 1 Mayıs 2025 |
Kabul Tarihi | 9 Temmuz 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Cilt: 9 Sayı: 1 |