Turkey-US relations, which have a long history, peaked after the Second World War with the USSR's demands for bases in the straits and territory in Eastern Anatolia. The USSR's idea of spreading communism was another reason that brought the two countries closer. In the relevant period, the aid, which started with the Truman Doctrine and continued with the Marshall Plan, paved the way for relations to be shaped in an environment of mutual trust and cooperation. In 1947, a bilateral agreement between the two countries set the framework for military aid. In this context, the Turkish army has been able to meet a significant portion of its needs with weapons and systems purchased from the United States. Relations between the US and Turkey have been shaken by developments in Cyprus. With the Zurich and London Treaties of 1959-1960, a state was established in Cyprus in which Turks and Greeks were partners. Turkey became the guarantor of this state together with the UK and Greece. Despite the establishment of a state in Cyprus, the Greek Cypriots' oppression, violence and intimidation against the Turks with the aim of enosis disrupted the peace and security environment on the island. Especially after the events of 1963, called Bloody Christmas, many Turks were massacred. Upon the developments, Turkey, citing the Zurich and London Treaties, took steps to carry out a landing operation on the island in 1964 and informed the United States of the situation. However, a letter sent by the US prevented Turkey's possible operation. The way the US acted with the Johnson Letter created a trust problem in Turkey. This situation has paved the way for Turkey to develop its own military needs with domestic and national capabilities and to establish a multidimensional network of relations and to determine a rational foreign policy line without severing relations with the US. In this context, Turkey has resorted to building the warships, weapons and systems needed by the Turkish Naval Forces Command in its own shipyards on the one hand and outsourcing them on the other. This study attempts to find an answer to the question of how and in what way the Turkish Naval Forces met the warship and other system needs of the Turkish Naval Forces Command after the Johnson Letter and its aftermath, using a survey model based on the qualitative research method within the framework of archival documents and research works. This study has shown that the Turkish Naval Forces Command's needs were tried to be solved with the country's own capabilities and resources in the aftermath of the Johnson Letter, and in this context, on the one hand, efforts were focused on domestic production, while on the other hand, new weapons and systems were added to the inventory through off-the-shelf procurement activities.
Köklü bir tarihi geçmişi olan Türkiye-ABD ilişkileri, İkinci Dünya Harbi’nden sonra SSCB’nin, boğazlardan ve Anadolu’nun doğusundan yer taleplerinin etkisiyle zirve yapmıştır. SSCB’nin komünizmi yayma düşüncesi, iki ülkeyi yakınlaştıran bir diğer neden olmuştur. İlgili dönemde Truman Doktrini ile başlayıp ardından Marshall Planı ile devam eden yardımlar, münasebetlerin karşılıklı güven ve iş birliği ortamında şekillenmesine zemin hazırlamıştır. 1947 yılında iki ülke arasında yapılan ikili bir antlaşma ile askerî yardımların çerçevesi belirlenmiştir. Bu kapsamda ABD’den alınan silah ve sistemler ile Türk ordusu, ihtiyaçlarının önemli bir kısmını karşılama imkânına kavuşmuştur. ABD ve Türkiye arasındaki ilişkiler, Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelere bağlı olarak sarsılmıştır. Kıbrıs’ta, 1959-1960 Zürih ve Londra Antlaşmaları ile Türk ve Rumların ortak olduğu bir statü oluşturulmuştur. Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu yeni devletin garantörlüğünü üstlenmiştir. Kıbrıs’ta bir devlet kurulmasına karşın, Rumların enosis hedefi ile Türklere yönelik baskı, şiddet ve yıldırma faaliyetlerine girişmesi, adadaki huzur ve güven ortamını bozmuştur. Özellikle 1963 yılındaki Kanlı Noel adı verilen olaylardan sonra birçok Türk katledilmiştir. Gelişmeler üzerine Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşmalarını gerekçe göstererek 1964 yılında adaya yönelik bir çıkarma harekâtı icrasına yönelik adım atmış ve durumdan ABD’yi haberdar etmiştir. Ancak ABD, Türkiye’ye gönderdiği bir mesaj ile muhtemel harekâtı engellemiştir. ABD’nin Johnson Mektubu ile ortaya koyduğu hareket tarzı, Türkiye’de bir güven problemi yaratmıştır. Bu durum Türkiye’nin kendi askeri ihtiyaçlarını, yerli ve milli imkânlarla geliştirmek ve ABD ile ilişkileri kesmeden, çok boyutlu bir ilişkiler ağı tesis etmesine ve rasyonel bir dış politik çizgi belirlemesine zemin hazırlamıştır. Bu kapsamda Türkiye, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının ihtiyacı olan savaş gemisi ile silah ve sistemleri, bir taraftan kendi tersanelerinde inşa etmeye diğer taraftan da dış kaynak çeşitliliği ile temin etme yoluna gitmiştir. Bu çalışma, arşiv belgeleri ve tetkik eserler çerçevesinde nitel araştırma yöntemine dayalı tarama modeliyle, Johnson Mektubu ve akabinde Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığının ihtiyacı olan savaş gemisi ve diğer sistem ihtiyaçlarını nasıl ve ne şekilde karşıladığı sorusuna cevap bulmaya çalışmıştır. İlgili çalışma Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığının ihtiyaçlarının, Johnson Mektubu sonrasında ülkenin kendi imkân ve kaynakları ile çözülmeye çalışıldığını, bu kapsamda bir taraftan yerli üretime yönelik çalışmalara ağırlık verilirken, diğer taraftan hazır alım faaliyetleri ile envantere yeni silah ve sistemlerin kazandırıldığını göstermiştir.
yoktur.
yoktur.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Uluslararası Tarih |
Bölüm | SAVSAD Savunma ve Savaş Araştırmaları Dergisi Aralık 2024 |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 19 Aralık 2024 |
Gönderilme Tarihi | 5 Ekim 2024 |
Kabul Tarihi | 22 Kasım 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 34 Sayı: 2 |