Öz
Devlet, asırlar boyu insanlık için var olmuş bir olgudur. Hayatı düzene koyma faaliyetinin önemli bir parçası olan devlet, karmaşık bir örgütlenme biçimi ve idaresidir. Bu müessesenin bulunmadığı bir toplum yapısı görülmemektedir. Devlet, bireyleri bir arada tutan, toplumsal bütünleşmeyi sağlayan ve içtimaî asayişin teminatı olan bir kurumdur. Yönetim, siyasetten ekonomiye, aile hayatından insanî ilişkilere tüm alanlarda var olan bir olgudur. İslâm toplumu da varlığını devam ettirmek için bu kurumsal yapıya ihtiyaç duymuştur. Nitekim İslâm Devleti, Allah Rasûlü’nün Medine’ye hicreti neticesinde oluşmaya başlamış, Mekke’nin fethedilmesi ile resmî olarak varlığını ortaya koymuştur. Allah Rasûlü’nün peygamberlik misyonunun, bireylere imanî ve ahlâkî boyutta örneklik teşkil etmesinin yanı sıra içtimaî hayatın düzenini ve siyasî otoriteyi sağlama olduğu da unutulmamalıdır. Hz. Peygamber’in toplumun tüm alanına yayılan şümullü idaresi, hikmet ve hoşgörü temelli bir lider olmasının sonucudur. İdare, hikmet ile yönetirse toplumu mutlu eder. Hikmet her şeyi yerinde ve gerektiği kadar kullanmaktır. İslâm medeniyetinde idare sanatı, büyük emanet olarak telakki edilmektedir. Siyaset, toplumu yönetme sanatı olduğundan siyasî ve idarî kadrolardaki bozulmanın, toplumun geri kalan kısımlarına da belirgin ve hızlı bir şekilde sirayet edeceği bilinen bir husustur. Zira idareciler toplumsal yapı içerisinde karar alma sürecinde olduklarından onların fesadı sadece kendileri ile sınırlı kalmayıp toplumun tamamını etkileyecek bir özellik taşımaktadır. İdarenin olmadığı veya tam işlemediği bir dünyada kargaşa ve çatışma kaçınılmaz bir sonuçtur. Ehliyet ve hikmetin dışına çıkılırsa fitne ve fesâd meydana gelir. Fesâd, ıslâhın zıddı olup itidalin yani olması gerekenin dışına çıkmaktır. İfsâd kavramı içtimaî, dinî, siyasî, hukukî ve ahlâkî konumların herhangi biri için kullanıldığında belli bir düzen veya dengenin bozulmasını tehdit eden bir unsuru ifade etmektedir. Fesâd, insanlık tarihinin her döneminde var olmuştur. Beşeriyetin vücut bulduğu her asırda bu illete şahit olunmaktadır. Bütün sistemler, toplumsal düzenin sağlanması için ifsâd ile farklı yöntemlerle mücadele etmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm de bozulmuş kimi toplumları örnek babında zikretmiş, sağlam bir toplumun inşasının hayatın müstakîm ilkelerine bağlı kalmakla mümkün olacağını açıklamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de fesâd kavramının zıddı salâh, ifsâdın ıslâh ve müfsidin de muslihtir. Fesâd, münafıkların ve günahkârların, salâh da Müslümanların vasfıdır. Müslümanlar bu vasıflarıyla Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını gözeterek dünyada kurulması gereken denge ve düzeni sağlamışlardır. Bu Kur’ânî îzahlar, her yönden denge ve îtidalin gerekli olduğunu göstermektedir. Bu yüzden Kur’ân ve sahih hadislerde ideal bir toplumun ilkeleri ortaya konulmuştur. Tarihte bu ilkelerden sapma, toplumun bozulmasına yol açacak sonuçlar doğurmuştur. Hadis, Hz. Peygamber’in söz, fiil, takrir, halkî/yaratılış veya hulkî/huyla ilgili bir vasıf olarak Allah Rasûlü’ne isnad edilen her şeydir. Allah Rasûlü, hadislerinde toplumun salah ve felahını hedeflemiştir. Bu çalışmada Hz. Peygamber’in hadislerinden hareketle fesâd olgusu ele alınmış, toplumsal fesâdın önüne geçmek için hadislerde yer alan tedbirler ele alınarak bunlar doğru bir şekilde tahlil edilmeye çalışılmıştır. Konuyla alakalı sorunların hem teşhisine hem de çözümüne dair yöntemler Kur’an ve hadisler ışığında değerlendirilerek fesâdın bir toplumda yol açabileceği yıkımlar üzerinde durulmuştur.