Modern kapitalist toplumlarda pazarlama, salt bir ekonomik yönetim aracı olmaktan çoktan çıkarak, bireyin bilinç yapısını biçimlendiren, toplumsal ilişkileri yeniden kodlayan ve insan varoluşunu tüketimle özdeşleştiren derinlemesine bir ideolojik aygıta dönüştüğü için eleştirilmektedir. Bazılarına göre bu aygıt, bireyin dünyayla, başkalarıyla ve kendi benliğiyle kurduğu ilişkiyi metalaştırarak onu anlam üreten bir özne olmaktan çıkarıp ve arzuları yönlendirilen, kimliği pazar tarafından inşa edilen bir tüketim nesnesine indirgemektedir (bknz. Agamben, 1998; Cherrier ve Murray, 2015; Couldry & Mejias, 2019; Fromm, 1993; Geniş, 2022; Papatya, 2010, 2013; Papatya ve Geniş, 2019; Papatya ve Özdemir, 2015; Varga, 2011; Vigo, 2019; Williamson, 2001). Bu dönüşüm, pazarlamanın sistematik biçimde “yanlış bilinç” üretmesiyle başlamakta; bireyin özgül ihtiyaçları, yapay ve manipülatif arzularla yer değiştirmekte ve tüketim, doğallaştırılmış bir yaşama zorunluluğu olarak sunularak hem bireysel hem toplumsal düzlemde kaçınılmazlaştırılmaktadır. Seçilmiş bilgiyle yapılan sosyal yıkama ve bilimsel aklamanın ardından gelen “şeyleştirme” (reifikasyon) sürecinde, toplumsal ilişkiler, kültürel değerler ve bireysel özlemler pazarlama dilinde nesneleştirilerek simgesel yapılarla ikame edilir; birey artık, özgün bir fail değil, gösterge temelli imgeler aracılığıyla inşa edilen bir pazarlama varlığıdır. Bu süreç, “özdeşleş(tir)me” ile tamamlanır: birey, tüketim kültürünün normatif çerçevesi içinde kendisine sunulan kimlik kalıplarıyla özdeşleşir ve böylece özgür seçimleri olan bir özne değil, algoritmaların ve söylemsel manipülasyonların yönlendirdiği bir tüketici hâline gelir. Bu süreç dijitalleşmeyle daha da hız kazanmış; internet pazarlaması yalnızca bireysel tercihleri değil, aynı zamanda kültürel normları, kimlik tahayyüllerini ve toplumsal gerçeklik algılarını yeniden biçimlendiren bir kültürel mühendislik aracına evrilmiştir (Vigo, 2019). Dijital pazarlama, marjinal değerleri görünür kılarak onları metalaştırmakta ve böylece neyin “normal”, “meşru” ve “arzulanabilir” olduğuna dair kültürel sınırları ticari çıkarlar doğrultusunda sürekli olarak yeniden çizmektedir. Bu dönüşüm, yalnızca bireysel düzeyde değil, modernliğin epistemolojik altyapısı içinde de anlaşılmalıdır; zira Nandy (1988) tarafından dile getirildiği gibi, modernliğin taşıyıcısı olan bilimsel rasyonalite yalnızca bilgi üretimini değil, kültürel anlamın tekilci, dışlayıcı ve tahakkümcü biçimde örgütlenmesini de yönetmektedir. Modern bilimin evrensellik iddiası, yalnızca "batılı" olanı hakikat olarak konumlandırırken, diğer bilgi rejimlerini değersizleştirir ve bu tekilleştirici rasyonalite, pazarlama aracılığıyla gündelik yaşama sızarak bireyin arzularını, değerlerini ve benlik inşasını belirlemektedir. Dolayısıyla pazarlama, ekonomik olmaktan öte epistemolojik bir hegemonya aracına dönüşmüş; farklı yaşam biçimlerini metalaştırarak kültürel çoğulluğu bastıran, anlam üretimini tekilleştiren ve insanı teknik olarak yönetilebilir bir varlığa indirgemeye çalışan modernliğin en etkili gündelik uzantılarından biri hâline gelmiştir. Bu makale, serisinin 3. çalışması, pazarlamanın mistifikasyon (mystification), yanlış bilinç üretme (false consciousness), sosyal yıkama-aklama (social washing-laundering), şeyleştirme (reification) ve özdeşleş(tir)me (identification) süreçleri üzerinden bireyin insani bütünlüğünü nasıl çözerek onu mutlak bir tüketiciye dönüştürdüğünü; bu dönüşümün ise modernliğin epistemik şiddeti ve kültürel tekilleştirme pratikleriyle nasıl yapısal bir bütünlük içinde işlediğini, dijital kültür eleştirileri ve modernliğe yönelik kapsamlı analizler ışığında eleştirel bir perspektifle incelemeyi amaçlamaktadır.
pazarlama mistifikasyon yanlış bilinç sosyal yıkama-aklama şeyleştirme özdeşleştirme
In modern capitalist societies, marketing has evolved beyond a mere economic tool to become an ideological apparatus that shapes individual consciousness, restructures social relations, and equates human existence with consumption. It is increasingly criticized for commodifying the individual’s relationship with the world, reducing people to consumption objects whose desires and identities are shaped by market forces (Agamben, 1998; Fromm, 1993; Papatya & Geniş, 2019; Vigo, 2019). This transformation begins with the production of false consciousness, where genuine needs are replaced by artificial desires. Through mystification and social washing, marketing normalizes consumption as a way of life. In the process of reification, cultural values and human aspirations are objectified, turning individuals into symbolic figures within marketing narratives. The final stage is (en)forced identification, where individuals internalize market-imposed identities and become consumers driven by algorithms and commercial discourse. Accelerated by digital technologies, this process redefines norms, desires, and social realities in ways that align with commercial interests. As Nandy (1988) warns, modern rationality not only governs knowledge but also imposes a singular, dominant cultural logic. Marketing, as a carrier of this logic, functions as a tool of epistemological domination—eroding cultural diversity and reducing the human subject to a manageable unit of consumption. This article critically explores how marketing transforms individuals through mystification, false consciousness, reification, and identification, situating these dynamics within the broader framework of modernity’s epistemic violence.
marketing false consciousness mystification social washing reification identification
| Birincil Dil | Türkçe |
|---|---|
| Konular | Turizm (Diğer) |
| Bölüm | Olgu Sunumu |
| Yazarlar | |
| Gönderilme Tarihi | 5 Nisan 2025 |
| Kabul Tarihi | 25 Temmuz 2025 |
| Yayımlanma Tarihi | 28 Aralık 2025 |
| Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Cilt: 22 Sayı: 3 |