Ruhun/nefsin ölümsüzlüğü ve insanın ölüm sonrası varlığının mahiyeti hem din hem de düşünce/felsefe tarihinde ele alınan temel konuların başında gelmektedir. Antik-Helenistik felsefe-bilim geleneğinden, özellikle de Aristoteles’ten (ö. 322 MÖ) tevarüs edilen nefsle ilgili teorik çerçeve, İslam dininin âhiret hayatına dair güçlü vurgusunun da eşliğinde İslam felsefe geleneğinde ayrıntılı bir şekilde işlenmiş ve derinleştirilmiştir. Âmirî (ö. 381/991) ve İbnü’l-Hammâr’ın (ö. ykl. 410/1019) talebesi, İbn Miskeveyh (ö. 421/1030) ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) gibi önde gelen filozofların çağdaşı olan İbn Hindû (ö. 423/1032) başta tıp olmak üzere felsefenin çeşitli alanlarına dair kaleme aldığı eserlerle önemli bir konumda bulunsa da İslam felsefesi tarihinde gölgede kalmış bir isimdir. Onun çalışmaları içinde küçük hacmine rağmen hem başlığı hem de içeriği itibariyle belki de en dikkat çekici eseri, âhiret hayatını felsefî açıdan temellendirmeyi hedefleyen Makâle fî vasfi’l-me‘âdi’l-felsefî’dir. Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) filozofları tekfîr ettiği üç meseleden biri olması sebebiyle İslam felsefesi çalışmalarında önemli bir konuma sahip olan bu mesele, daha ziyade Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ’nın öğretileri etrafında tartışılsa da İbn Hindû’nun bu eseri, meseleye yeni boyutlar kazandıracak bir mahiyete sahiptir. Bu makalenin amacı, İbn Hindû’nun risalesindeki çerçeveyi takip ederek onun nefsin mahiyeti, türleri, aklî/insanî nefsin bedenle ilişkisi ve bedenin ölümü sonrasındaki muhtemel durumlara dair yaklaşımını ortaya koymak, muhtemel kaynaklarını tespit ederek İslam felsefe geleneğindeki konumunu belirginleştirmektir.
The immortality of the soul and the essence of human existence after death are among the main topics discussed in the history of both religion and thought/philosophy. The theoretical framework regarding the soul, inherited from the Ancient-Hellenistic philosophy-science tradition, especially Aristotle (d. 322 BC), has been elaborated and deepened in the Islamic philosophical tradition, accompanied by the strong emphasis of the Islamic religion on the afterlife. Ibn Hindū (d. 423/1032), a student of al-ʻĀmirī (d. 381/991) and Ibn al-Ḫammār (d. ca. 410/1019) and a contemporary of prominent philosophers such as Ibn Miskawayh (d. 421/1030) and Ibn Sīnā (d. 428/1037), has an important position with the works he wrote on various fields of philosophy, especially medicine, he is an overshadowed name in the history of Islamic philosophy. Among his works, despite its small volume, the most striking work in terms of both its title and content is Maqāla fī waṣf al-ma‘ād al-falsafī, which aims to explain the afterlife from a philosophical perspective. This issue, which has an important position in the studies of Islamic philosophy as it is one of the three issues on which al-Ghazālī (d. 505/1111) declared philosophers to be unbelievers, is discussed mostly around the teachings of al-Fārābī (d. 339/950) and Ibn Sīnā, but Ibn Hindū’s work has a nature that will add new dimensions to the problem. The aim of this article is to follow the framework of Ibn Hindū’s treatise and to reveal his approach to the nature of the soul, its types, the relationship of the intellect/human soul with the body, and possible situations after the death of the body, and to clarify its position in the Islamic philosophical tradition by identifying its possible sources.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İslam Felsefesi |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 12 Aralık 2024 |
Gönderilme Tarihi | 26 Nisan 2024 |
Kabul Tarihi | 30 Ekim 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Sayı: 22 |