Bütün dinlerde toplumun birlik ve beraberliğini sağlamaya yönelik olarak bazı yiyecek ve içecekler ön plana çıkmıştır. Aşure günü de bunlardan birisidir. Osmanlı döneminde bugün gerek Sünni gerekse de diğer İslami gruplara ait tekkelerde ve halk nezdinde coşku ile idrak edilmiştir. Bugün tekkelerde bir takım ritüeller eşliğinde aşure pişirilmiş ve sivil-asker, fakir- zengin herkese ikramda bulunulmuştur. İstanbul’da bulunan büyük tekkelerin saraya bile aşure göndermesi, aşure pişirmek için devlet tarafından tekkelere yapılan sübvansiyonlar, bugünün, devlet-tekke-toplum nezdinde kolektif bir bilinçle idrak edildiğini ortaya koymaktadır. Osmanlı döneminde Sefer ve Muharrem aşuresi olmak üzere iki çeşit aşure pişirildiği anlaşılmaktadır. Muharrem aşuresi Kerbela vakası sene-i devriyesi anısına, sefer aşure si ise Hz. Zeynelabidin’in Kerbela’dan sağ kurtulması ve Peygamber neslinin devamının kutlanması amacıyla pişirilmiştir. Böylelikle pişirilen aşurelerden birisi hüznü diğeri ise sevinci temsil etmiştir. Tekke yaşantısında aşure pişirilmesi ve yenilmesi bir çeşit ibadet olarak görülmüştür. Nitekim aşure içine konan her malzemenin buğday, nohut, kuru fasulye, mısır, yeşil mercimek, az pişmiş pirinç, çiğ bulgur, ceviz, badem, incir, karanfil, zemzem suyu vs. Allah’ın isimlerine işaret ettiği düşünülmüştür. Bu anlayış nedeniyledir ki, aşurenin bir zerresi dahi bir fatiha olarak görülmüş, bu çerçevede yere düşürülmemiş ve zayi edilmemiştir. Bu yönüyle aşure bir şifa besini ve manevi bir ilaç gibi kabul edilmiştir. Osmanlılar döneminde kurulan vakıfların getirdiği mecburiyet nedeni ile tüm tekkelere, özellikle aşure için erzak ve para gönderilmiş, ancak aşure pişirilmesinin zaman zaman aksaması, devlet tarafından aşurenin pişirilmesi konusunda imâretlere destek olunmasına, özellikle de masraflarını karşılayamayan imâretlere sübvansiyonlar yapılmasına neden olmuştur. Bu çerçevede bu gelenek 1925’te tekkelerin kapatılmasına kadar sürdürülmeye çalışılmıştır. Hânkâhlarda pişirilen aşure için hazine-i hassa-i şahaneden 1849 yılında 120 kuruş tahsîsât ayrılmışken bu miktar 1890 ve 1891 yıllarında 3.000 kuruşa yükselmiş, yeterli olmayan tahsisat için zaman zaman ek ödenek de verilmiştir.
Aşure Muharrem Matemi/Orucu Darülaceze Kerbela Hacı Bektaş Veli
Some dishes and beverages have come to the fore on special days in all religions to serve as a means of social unity and solidarity. The Day of Ashura is one of such days when ashura, a dessert made of various cereals, nuts and fruits, is served and offered to relatives, neighbors and guests. During the Ottoman period, this special festive day was celebrated enthusiastically by people and the takkas belonging to both Sunni and other Islamic groups. On the Day of Ashura, the ashura used to be cooked in takkas with some rituals and offered to everybody, no matter civil or soldier, poor or rich. The fact that great takkas in Istanbul used to send ashura even to the palace and that the state used to subsidize tekkes for cooking ashura shows that it was performed with a collective consciousness by the state, takka, and society. It is known that two types of ashura used to be cooked: Ashura of Safar expedition, war and Ashura of Muharram. The Ashura of Muharram was observed in commemoration of Karbala incidence and the Ashura of Safar was cooked to celebrate Zaynalabidin’s pbh escape from Karbala and the continuation of the Prophet’s pbh descent. Thus, one of the ashuras symbolized sorrow, while the other represented joy. Cooking and eating ashura was accepted as a kind of prayer in the daily life of Tekke. Therefore, it was believed that each of ingredients wheat, chickpeas, dry beans, corn, green lentils, under-cooked rice, raw wheat, walnut, almond, fig, clove, zamzam water, etc. that were put into ashura was a signs for different names of God. It is because of this belief that even one grain of it was accepted as reciting the Surah of Fatiha once and hence it was not dropped to the ground and was not wasted. It was accepted as healing food and spiritual medicine. Ottomans supported all organizations such as takka financially to cook ashura and when this task was hindered from time to time, they subsidized imarets that were not able to afford the costs of cooking ashura. This tradition continued until 1925 when takkas were abolished. In 1849, the amount that was accrued by the State Treasury for ashura cooked in Hankahs was 120 kurush pennies , whereas this amount was increased to 3000 kurush in 1890 and 1891 and when this allowance was insufficient, supplement appropriations were issued.
Ashura Muharrem Grief/Fast Darülaceze-hospice Karbala Haci Bektas Veli
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 11 Mart 2011 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2011 Sayı: 57 |
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.