Medenî kanunun kabul edilmesinden önceki sürece bakıldığında çıkarılan kanunlarda ya batılı devletlerin mevzuatı örnek alınmış ya da yerli kaynaklar göz önünde tutulmuştur. Medenî hukuk alanının yazılı düzene bağlanması ile ilgili olarak Fransız Medenî Kanunu’nun iktibası görüşü ortaya atılmış ise de Ahmet Cevdet Paşa’nın çabası sonucunda fıkıh esaslarına dayanan yerli bir kanunun yapılması kabul edilerek Mecelle (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye) hazırlanmıştır. Arazi kanunu ve Mecelle ile başlayan medenî hukukun kanunlaştırılması çalışmaları yaklaşık yarım asırlık bir aradan sonra bir aile kanununun hazırlanmasıyla devam etmiştir. 25 Ekim 1917 tarihinde yürürlüğe giren ve 19 Haziran 1919 tarihinde yürürlükten kaldırılan Hukuk-ı Aile Kararnamesi, Tanzimattan sonra başlayan kanunlaştırma hareketlerinin son halkası olmuştur. Hukuk-ı Aile Kararnamesinin ilgasından sonra kararname öncesinde yürürlükte olan hükümler fıkıh kitaplarında yazılı olduğu şekliyle bir müddet daha mahkemelerde geçerli olmuşsa da yeni bir kanuna gittikçe daha fazla ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Hazırlanacak kanunlarda batıdan istifade ile birlikte eski hukukî esasların muhafaza edilmesi gerektiği görüşü başlangıçta ağır basmakla birlikte, zamanla kanunları batıdan almak gerektiğini düşünenlerin görüşleri ağır basmıştır. Bunun yanı sıra yeni Türk Devleti kurucularının eski hukukla bağlarını koparma arzuları da kanunların batıdan alınması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu çalışma 1926’da kabul edilen Türk Medenî Kanunu’na giden yolda kanunlaştırma faaliyetlerinde hakim olan zihniyet değişimini yapılan tartışmalar merkezinde sunmaya çalışmaktadır
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Aralık 2009 |
Gönderilme Tarihi | 16 Ocak 2016 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2009 Sayı: 12 |