İbn Acîbe (öl. 1224/1809), ilmî kişiliği, tasavvufî şahsiyeti, eserleri ve görüşleri aracılığıyla, İslam dünyasında etkileri hissedilmiş bir sûfidir. Bu makale, Fas'ta yetişmiş çok yönlü bir âlim ve ârif olan İbn Acîbe'nin kaza ve kader konusundaki görüşlerini, irtibatı bakımından hikmet, kudret ve yakîn kavramları perspektifinden incelemeyi hedeflemektedir. Çalışmamız, bu amaca bağlı olarak İbn Acîbe'nin kaza ve kadere dair doğru bir bakış açısının oluşturulabilmesi için kullandığı yöntemi saptamaya çalışmıştır. Bu bağlamda, İbn Acîbe'nin kader konusundaki düşünceleri, özellikle Silkü’d-dürer fî zikri’l-kazâ ve’l-kader eseri başta olmak üzere, ilgili diğer eserleri aracılığıyla betimsel analiz yöntemi kullanılarak incelenmiş ve literatüre katkı sağlanmaya çalışılmıştır. İbn Acîbe'ye göre, kaza ve kader meselesinde birçok âlim, kaderi anlamada ilim ve ameli yeterli görmeleri ve sebeplerin arkasındaki Müsebbib’i ihmal etmeleri nedeniyle yanılgıya düşmektedir. Ona göre, kaderin gerçek manada anlaşılması, ilim ve amelle değil, ancak yakîn terbiyesi yoluyla kalbin nurlanması ve basîretin açılmasıyla mümkündür. İbn Acîbe, insan aklının kaza ve kaderi tam olarak kavrayamayacağını ve bu konuda doğru bilgiye ulaşmanın ancak yakîn ve tahkik ehli olmayı gerektirdiğini savunmaktadır. İbn Acîbe'nin düşüncesine göre, insanların kader anlayışları, ilahi hikmet ve kudret perspektifi doğrultusunda şekillenir. İbn Acîbe’nin eserlerinde sıklıkla birlikte ele alıp derinlemesine incelediği kavram çiftlerinden biri "hikmet" ve "kudret"tir. Bu iki kavram, onun düşünce yapısının merkezinde yer almakta ve o pek çok meseleyi bu kavramlar etrafında irdeleyerek açıklamaya çalışmaktadır. İbn Acîbe, hikmeti, sebepler ve gerekçelerle kudreti gizlemek; kudreti ise eşyayı ilâhî iradeye uygun bir şekilde ortaya çıkarmak olarak tanımlar. Bu tanımlar doğrultusunda, kudretin eşyayı görünür kıldığını, hikmetin ise eşyadaki manayı örttüğünü savunur. Ayrıca, İbn Acîbe, hikmet ve kudretin birbirini tamamladığını ve bu iki kavramın ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu vurgular. İbn Acîbe, eserlerinde Allah'ın mutlak iradesini vurgulayarak, Allah-âlem ve Allah-insan ilişkilerini hikmet ve kudret ekseninde değerlendirmektedir. Bu bağlamda, Mu'tezile'nin kaderi reddeden yaklaşımını eleştirirken, Cebriyye'nin Allah'ın hikmetini göz ardı eden anlayışını da eleştiriye tabi tutmuştur. İbn Acîbe, Eş'arîlerin Allah’ın kudreti çerçevesinde kulların fiillerini yorumlayan görüşünü, Mâturîdîlerin Allah’ın hikmetine dayalı açıklamalarıyla birleştirerek, bu iki düşünce ekolünü uzlaştırmayı hedeflemiştir. Diğer taraftan İbn Acîbe’nin insanları manevi makam ve hallerine göre sınıflandırdığı görülmektedir. Bu sınıflandırma, insanların manevi durumlarına göre kader karşısında farklı tavırlar takınmaları gerektiği düşüncesini doğurmuştur. Avâm ve havâsın, hikmet boyutunda oldukları için sebeplere bağlı hareket etmelerini ve manevi destek aramalarını şart koşan İbn Acîbe, manevî yetkinliğe ulaşan havâssu’l-havâsın ise sebepleri terk etmesini savunmuştur. Bu yaklaşıma göre, kudret bakışına sahip olanlar hakikati müşahede ederken, hikmet boyutunda kalanlar sebeplere bağlı kalmaktadır. İbn Acîbe, Kaderin değişmeyeceğini ve ne kadar önlem alınırsa alınsın takdir edilen sonucun gerçekleşeceğini vurgular. Dolayısıyla bu çalışmada, İbn Acîbe'nin kaderin doğru bir şekilde anlaşılması için yakînî terbiyeyi gerekli gördüğü ve kaderin hikmet ve kudret kavramları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Ibn Ajībah (d. 1224/1809) was a sufi whose influence permeated the Islamic world through his scholarly and Sufi persona, works, and views. This article aims to analyze Ibn Ajība's perspectives on kadah and fate, focusing on the interconnected concepts of wisdom, power, and certainty. Our study seeks to identify the methodology Ibn Ajība employed to cultivate a correct understanding of kadah and fate. In this context, Ibn Ajība's thoughts on the subject of fate have been analyzed through his other works, especially Silq al-durar fī dhikr al-kāḍā wa al-qadar, using the descriptive analysis method, and an attempt has been made to contribute to the literatüre. According to Ibn Ajība, many scholars are mistaken in the issue of kadah and fate because they consider knowledge and practice sufficient in understanding fate and neglect the Musabib behind the causes. According to him, the true understanding of destiny is possible not through knowledge and practice, but only by illuminating the heart and opening up insight through the cultivation of certainty. Ibn Ajiba argues that the human mind cannot fully comprehend fate and destiny, and that obtaining correct information on this subject requires only being a person of certainty and investigation. In Ibn Ajība's thought, people's understanding of fate is shaped within the perspective of divine wisdom and power. One of the pairs of concepts that Ibn Ajiba frequently discusses together and examines in depth in his works is "wisdom" and "power". These two concepts are at the centre of his thought and he tries to explain many issues by examining them around these concepts. Ibn Ajība defines wisdom as concealing power through reasons and justifications, and power as revealing things in accordance with the divine will. In line with these definitions, he argues that power makes things visible, while wisdom conceals the meaning in things. Moreover, Ibn Ajība emphasises that wisdom and power complement each other and that these two concepts form an inseparable whole. In his works, Ibn Ajība emphasises God's absolute will and evaluates the relations between God and the universe and God and man on the axis of wisdom and power. In this context, while criticising the Mu'tazilites' approach that rejects fate, he also criticised Jabriya's understanding that ignores God's wisdom. Ibn Ajība aimed to reconcile these two schools of thought by combining the Ashʿarite view of the interpretation of the servants' actions within the framework of God's power with the Māturīdī explanations based on God's wisdom. On the other hand, it is seen that Ibn Ajiba classified people according to their spiritual ranks and states. This categorisation led to the idea that people should adopt different attitudes towards fate according to their spiritual condition. Ibn Ajība, who stipulated that the common people and the elite should act based on reasons and seek spiritual support because they are in the dimension of wisdom, advocated that the elites who have reached spiritual perfection should abandon reasons. According to this approach, those who have the perspective of power observe the truth, while those who remain in the dimension of wisdom remain dependent on reasons. Ibn Ajība emphasises that fate will not change and that no matter how many precautions are taken, the predestined outcome will come true. Therefore, this study concludes that Ibn Ajība sees the necessity of a profound religious upbringing for a proper understanding of fate and that fate is intrinsically linked to the concepts of wisdom and power.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Tasavvuf |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2024 |
Gönderilme Tarihi | 30 Ağustos 2024 |
Kabul Tarihi | 26 Kasım 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 10 Sayı: 2 |
Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.