Feminizm, sosyal haklar ekseninde gelişen bir hareket olarak başlangıçta kadının mevcut koşullarını iyileştirmek adına tarihi, sosyolojik, hukuki bir misyon yüklenmiştir. Ne var ki ulaştığımız aşamada bu hareketi kadın hak ve özgürlükleri davasının sınırlarıyla tanımlamak oldukça güçtür. Neo feminizme daha ziyade edebiyattan, queer felsefeye dek genişlemiş, modern dünyanın yeni bir söylemi gözüyle bakmak gerekir. Bu noktada Doğu ve Batı, kaynakları, uygulama yöntemleri ve alanları arasındaki farklılıklarıyla bir sınır çizgisinde buluşur. Kadından söz eden eski feminizm belki de hiçbir zaman aynı kadından söz etmemiştir? Çünkü “Kadın ne zaman kadın oldu?” türünden retorik bir soru, ayrımın belirginleştiği bu sınırda doğmuş ve cevapsızlığıyla dolaylı olarak bir eksikliği işaret etmiştir: Kadının ontolojik varlığının ihmali. Gerçekten de her iki feminizm dinsel, mistik, ruhsal olanın ihmaliyle onca farkına rağmen kadını tanımlamak hususunda ortak bir çerçeve çizmiştir. Üstelik bu çerçeve diğer cephede; kadın karşıtı söylemi üreten, Gılgamış destanı ya da Lilith söylencesi gibi pagan kültünün ana motifleriyle beslenmiş kolektif bilinçaltının bakış açısıyla tuhaf biçimde örtüşür. Üretim ilişkilerinin cinsiyet ayrımına dayalı zaruri uygulamalarını ele almak da bir varlık olarak kadını tanımlamamıza imkân sunmaz çünkü mesele sosyolojik olmadığı gibi ekonomik de değildir. Bu makale genel bir bakış açısıyla Doğu ve Batı feminizmlerinde kadın meselesine kaynaklar, ayrımlar, sorunlar cephesinden yaklaşmayı amaçlamaktadır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2023 |
Gönderilme Tarihi | 21 Ocak 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Sayı: 12 |